Çarşamba, Ekim 5

Refleksivite

,


Şu oturan adama iyi bak.
Yıllardır öylece oturmakta, düşünmekte ve aramakta
Ama neyi?

Sakalları kabarmış, saçları önüne dökülmüş, pantolonu yırtık,
düşüncelerin arasında fersah fersah yol alan şu adam,
kaybolduğu çölde kum tanelerini izleyerek bir şeyler mi aramakta?

Şu öylece oturan adam,
aylakların boşvermişliğinden,
azizlerin yüce düşüncelerinden daha geniş bir amaca mı sahip?
yoksa farklılığın tahrik etmesinden farklı bir amacı mı arıyor?

Otururken tütün saran işte şu adam
henüz isim verilmemiş sokaklarda
paçavradan yapılmış topları,
çocukluğunun bütün çıplaklığıyla tekmelerken
hedefine hangi örülmüş ağları koymuş?

Otururken ayaklarını uzatan o adam
bacaklarını cömertçe sergileyen
yaldızlı ağızlıklardan dumanlar çıkaran
parfümünü çelik yelek gibi kullanan kadınlara
suratını çevirirken kaçıncı nefesinin taburesine vurmuş?

ellerini göğsüne kavuşturmuş,
göz altlarındaki morga mor rengi sürmüş,
bir maktulün soluk tenini yüzüne çalmış şu adam,
saç diplerinin altındaki deryada
hakikatin aranmakla bulunmadığına şehadet ederken
kaç geminin serdümeni olmuştu?

Şu oturan adama iyi bak.
Yıllardır öylece oturmakta, düşünmekte ve aramakta
Ama neyi?

Cuma, Eylül 2

Kasabadan Kente İtiraflar -1-


İlkokul, orta okul ve liseyi aynı yerde okudum. Bu süre zarfında ailemle kayda değer bir kavgam olmadı. Sadece bir kez evden kaçmış, Çaça'ya gitmiştim. Çaça, bizim mahalle maçlarını yaptığımız yerdi. Köpeklerden korktuğum için eve geri döndüm ve halının altından aldığım parayı anneme geri verdim. "Şimdide hırsızlığa mı başladın?" diye kükredi. Küçük bir kaçamaktı sadece. Beceremedim bıraktım. 

Lise döneminde ve sonraki yıllarda kasabada tanınan biri oldum. Enerjimi hiçbir zaman derslere vermedim. Ama okulu başarıyla bitirdim. Okuldan bir kızı görmek için asla kaçmadım. Çünkü lisede hiçbir kıza aşık olmadım. Annem de kahvaltıda bana aşık mısın diye hiç sormadı. Bende konusunu açmadım. 

Bir keresinde evin önünde arkadaşımı beklerken babamın ders çalışmam gerektiğini söylemesinin ardından, Amasra'da çalışabileceğim yerlerin isimlerini verdiğinde dünyanın en tatlış tehditini aldığımı götümdeki sıkışmayla hissettim. Eve çıkıp ders çalışmaya başladım. Bu sayede üniversiteyi kazandım. 

Büyük bir gururla gittiğim üniversitenin ilk gününde fikirlerin kurduğu üniversitede fikirlerin olmadığını, sıkıştırılmış beyinlerle dolu olduğunu gördüm. Karşıma çıkan ilk bakkaldan sigara alıp yaktım. Tiryakiliğime ilk adımı da atmış oldum. Kalan üniversite yıllarımda oranın vakit kaybı olduğunu, telleri olmayan hapishaneden farksız olduğunu kabullendim. Kendimi yollara verdim. Yüzlerce kitap okudum ama enerjimi yine derslere vermedim. Tatillerde annem yine aşık mısın sorusunu yöneltmedi ve bende konusunu açmadım. 

Yalnızlık dediğimiz şeyin, hezeyan, yokluk,  asosyallik, umutsuzluk olmadığını anladığımda tek başına gezdiğim şehrin sayısı 20'yi bulmuştu. Hayatımda kendimi hiç yalnız hissetmedim. Sadece yalnızlığın yük olabileceğini tekli koltuğun ekstra ücretlendirildiğinde fark ettim. Uzun süre de binmedim. 

Cebim, not defterlerim, çantam yazdığım şiirlerle doluydu ama kimseye okumadım. Okumaya heves ettiğim bir kişi bile çıkmadı. Ama karşılıklı şiir tartıştığım çok kadın oldu. Ve sonra hepsini şiirlerle birlikte yok ettim. 

Okulu bitirip iş hayatına başladığımda sistemle olan ilk kavgamı yaptım ve enerjimi yazmaya kanalize ettim. Patronlara, küresel sisteme, beceriksiz politikacılara, yöneticilere sayısız reddiyeler yazdım. Cebim, not defterim, bilgisayarım yazdığım şiirlerle doluydu ama kimseye okumadım. 

Rüzgar gibi geçen zaman içinde her şeyin farkında vardım ama hiçbiri kerevizin farkına vardığım kadar sert olmadı. Sayısız hata yaptım ve çoğuna üzülmedim. Çünkü atom bombasını ben icat etmedim. 

Hayatımın hiçbir evresinde "iyi" biri olduğumu söylemedim. Kimseyi de buna inandırmaya çalışmadım. Keyfim ne isterse onu yaptım. Hayatımın merkezine kimseyi koymadım. Çok insan kaybettim ama hiçbiri derinden yaralamadı. 

Hayatımda ölümün o bahsedilen soğuk nefesini bedenimde iki kez hissettim. Ne yazık ki etkilenmedim. Mesela şöyle ki; yapmış olduğum son kampta sele kurban gitmenin kıyısından döndük. Kıyımız denizdi. Bunun farkına vardığımda yanımdaki arkadaşa söylediğim ilk şey, "Her yere su girmiş, telefonunu al ve çadırdan çık!"  Sonradan bu olayı düşündüğümde telefonun farkında olduğum kadar, ölümün farkında olmadığımın farkına vardım.


Son 4-5 ayımı istikrarlı bir kaybediş silsilesiyle geçirdim. -ki hala devam ediyor-  Bu süreçte evimi, işimi ve sevdiğim kişiyi kaybettim. Hiçbirinin değerini kaybettikten sonra anlamadım. Çünkü hepsini kaybetmişcesine sevdim. Ne oldu? Hiçbir şey. Kaybettim ve bitti. Bu kadar. 

Şuan evsiz, işsiz ve sevginin o yüce hissiyatı olmadan hayatıma devam ediyorum. Bir süre yerlerde sürünen suratımla gezdim. Bir kaç gün önce bir arkadaşımın evinde uyumaya hazırlanırken, ne yaparsam yapayım uyuyamayacağımı anladım ve ona iyi uykular dileyip yollara düştüm. Balıkesir diye çıktığım yolculuğumun rotasını Çanakkale'ye çevirdim. İstanbul'a dönesiye kadar 5 araç ve sayısız insan değiştirdim. 2 dergi bitirdim, bir kitabın yarısına geldim. Sinemaya gittim. Vapurun arkasında ilk defa "Acaba insanlar ne der?" demeden dans ettim. Hatalarım karşısında ne yapmam gerektiğini karşıma geçip bilmiş tavrıyla anlatmaya çalışan arkadaşıma hayatımdan siktir olup gitmesini söyledim. Yazmak için bir dergiyle anlaştım. Ev ve iş aramayı bırakıp kendime bir harita aldım. Kaygılarımdan sıkıldım. 

Yaptığım hiçbir şeyi unutmadım. Sevindiğim ne kadar şey varsa, üzüldüklerim de bir o kadar var. 

Size bir sır vereyim mi? Birgün hepimiz yok olup gideceğiz! :)

Beni kısaca tanıdınız. Artık konumuza dönelim... 

Salı, Nisan 19

Müsaadenle Uykunu Alıyorum



Ne olacak İstanbul'un trafik sorunu? Küresel ısınma sonucu suların altında kalacak mıyız? Marsta yaşam var mı? Makarnayı bu kadar güzel yapmayı nereden öğrendim? Öleceğimizi bildiğimiz bu dünyada bunca derdi çileyi hayatın merkezine koymak ayıp değil mi?.. Yine sıradan bir günün sabahında denize karşı ayaklarını uzatmış yatıyordu Asım. Kafasında bir dünya düşünce ve her dünyada ayrı bir belirsizlik. Böyledir Asım'ın moda sahil yatışları. 

"Bitmez bu dünyanın derdi!" diye söylenip doğruldu Asım. Dün akşamdan sardığı tütünlerden bir tane çıkarıp yaktı. "Yok olduğunu gördüğümüz şu duman gibi bizde yok olacağız madem, neden biraz rahatlamıyoruz? Sen yeşil gömlekli, sen de mavi tişörtlü, sen de dahilsin beyaz yaka! Sen de be üstü başı viran şehirlerin sokaklarını andıran, sakallarından hikayeler düşen adam! Biraz rahatlamaya hakkımız var!" deyip dumanı üzerilerine doğru savurdu. 

Neden sonra kalkıp bisikletine atladı ve yavaş yavaş sürmeye başladı. Asım'ın en büyük keyiflerinden biri de bisiklet sürerken sigara içmekti. Hayatı da böyleydi zaten. Ne kadar zıt şey varsa aynı anda yapmaya çalışıp, aynı oranda huzurlu olmaya çalışıyordu. Becerebildi mi bilinmez ama, denemedi sayılmaz. 

Asım iki elini de bırakmış bisikletini sürmeye devam ederken, ağacın altında düşüncelerini gölgelendiren bir kadın gördü. Hemen tuttu direksiyonu ve biraz uzağına park etti. Oturdu yere ve bir sigara yaktı. Güneş yeryüzüne kepenkini indirmiş evine yollanmıştı. Martılar keyif balıklarını yiyordu. Kedilerde değişen bir şey yok. Miskinliğe devam. 

Asım ayağa kalktı ve kadının yanına gitti. "Bu kadar moraliniz bozuk olduğuna göre ya işten atıldınız, ya da atılacağını öğrendiniz." dedi. Kadın garip bir bakış attıktan sonra, "Ona benzer bir şey işte, boş ver gitsin" deyip gözlerini karanlık denize doğru kilitledi. "Zaten boş vermesek nasıl yaşarız ki? Dediğin gibi boş ver!" dedi Asım ve o da gözlerini denizin karanlığına kilitledi.

Kadın bir sigara yakıp Asım'a "İçinde hangi adam konuşuyor?" diye sordu. Bu soru karşısında bir süre bekleyen Asım kadının elindeki sigarayı alıp bir nefes aldı ve "Kalbimi ve aklımı aynı anda yönetmiyorum. İçimde hangi adam konuşuyor inan bilmiyorum. Tek adam olmadığımı biliyorum o kadar!" dedi ve sigarayı uzattı. 

Kadın sigarayı söndürdükten sonra "Gitmem gerek, uykum geldi benim. Kendine dikkat et. Öyle Marsta hayat var mı? Sular yükselirse ne olacak gibi şeyleri düşünen yüz halinden de kurtul" deyip güldü. Asım kadının arkasından bir kaç saniye bakıp "Emin ol ne yaşarsan yaşa bu dünyadan kovulmadığın sürece hiçbir sıkıntı seni mahvetmeyi başaramayacak! Kendine inan! Vursan yumruğunu yere, dünyanın ekseni yerinden oynar! Hey yavrum be!" diye bağırdı. Kadın gözden kaybolunca Asım da bisikletine atlayıp evine geldi. 

Kapıyı açıp içeri girdi. Masanın başına oturdu ve Moda sahilde düşüncelerini gölgelendiren kadın için şu satırları yazdı. 

uykunu alıyorum müsaadenle 
gecenin gözlerini açıyorum senin için
esneyen gökyüzünü yatağından kaldırıyorum
söylenmeden geliyor yanımıza
yakıp bir sigara,
doğacak güneşe doğru üflüyor dumanını
uykunu alıyorum
marketten ekmek alırcasına alıyorum
öyle işte
ihtiyaçlar piramadine adını yazıyorum
öyle alıyorum işte
uykunu, gözlerine uyku girmeyenlere yolluyorum
senin uyumadığın gecelerde
insanlar biraz daha fazla uyuyor.

Perşembe, Mart 31

Bilmiyorum Deme Bana, Sakın!



şimdi sen,
sıcak evinin koltuğuna korkularını gömmüşken
varoluşun düşüncesinde eziliyor insanlar 
özellikle bizler
bilmiyorum deme bana
biliyorum desen
kırlangıçlarla raks ederdi gözlerin
şimşeklere kafa tutardı kalp atışın
dedim ya bilmiyorum deme bilirsin sen!

Neyse sözü uzattım 
Sana az yanık şiirler yazdım bu gece
seversin sen, 
bilirsin yanmayı, yanığı 
dedim ya uzattım sözü
bir kadehin ucundan tadını alarak 
gözlerimi kapatıyorum ve sen!
olman gereken yerdesin
göz surlarımın içinde 
estetik bir manastırsın
huzur dolu mescit 
karanlığa yumruk gibi inmiş ay ışığı
tenin her bir gözeneğini yalayan sıcak bir ışınsın 
varlığın bu coğrafyada bir şeyler değiştiriyor
bunu kimse bilmiyor! 
benden gayrı

...

Çarşamba, Mart 9

Kim Demiş Hatasız Kul Olmaz Diye?



Allah'ım şiir yazacağım,
biliyorum hiç iyi bir şey değil bu
yani bunu benim yapmam
ne fularım var ne edebi bilgim ne gözlüğüm
kelimeleri yuvarlayarak söylemiyorum
Allah'ım şiveli konuşmaktan kendimi alamıyorum

Allah'ım şiir yazacağım,
ülkemde herkes kaostan bahsediyor
içimde fırtınalar kopuyor
gün aşırı gölgelerde vurulup düşüyorum bağrı yanık kaldırımlara
Allah'ım çelik yeleğim yok, ölmekten kendimi alamıyorum

Allah'ım şiir yazacağım,
İstanbul'u seyre dalan her insan gibi
binaların arasından güçlükle sızan bahar güneşine
sığındığımız güneşin sıcağını elimizden almaya yeminler etmiş
müteahhitlere, iş adamlarına, medya patronlarına küfürler edeceğim
Allah'ım asgari yaşantımın ücretine bakmadan yapacağım bunu

Allah'ım şiir yazacağım,
romantizm ve realizm arasında mekik dokuyorum
hayatın gerçekliğine duygusal yaklaşmaktan kendimi alamıyorum
kabul edemediğim gerçekle dövüşmekten yoruldum
gardım perişan, sağ direklerim zayıf
Allah'ım sen duaları işitensin, beyaz havlu istiyorum

Allah'ım şiir yazacağım,
biliyorum hiç iyi bir şey değil bu
yani bunu benim yapmam
aynadaki rezilliğe bakıp
inadına devam etmek, dedikleri gibi hatadır
Allah'ım hata yapmak istemiyorum ama kendimi alamıyorum

Perşembe, Şubat 11

Ölüler Konuşur Mu?


Bir kaç yıl önce bir bayram sabahı, namaz için kaldırıldık. Kimine göre şeker, aslı ise Ramazan Bayramı idi. Yani böyle öğrendik biz. Dünya rutinleri arasındaki en renkli ve en özlenen zamanların adıdır bayram. Aynı şeylerin olacağını bildiğimiz halde özleriz.

Bir kaç yıl önce bir bayram namazı sonrası, baba tarafının kalan son kalıntıları için ziyarete çıktık. Konya'nın köyü. Konya'nın mezarları. Konya'nın kalan son akrabaları. Konya'nın kalan son nefesleri. Konya'da baba tarafından kalan şeylerin geneli mezarlardan başka bir şey değil. Kalan canlılar da, mezarların yeni adayları. Çok değil, Allah ömür verirse binlerce yıl, doktorların tahmini 3-5. Konya; ölüm için ideal kent.

Bir kaç yıl önce bayram gününde Konya'nın mezarlarının toprağını öpüp başımıza koyduk. Sular döktük. Bilenler Yasin, bilmeyenler Fatiha akıttı ruhlara. Amin.

Ve yine bir kaç yıl önce Fatihaların ve Yasinlerin cirit attığı bir bayram günü, kalan son nefeslere selamun aleyküm dedik ve aleyküm selam aldık ve biraz kolonya ve biraz şeker ve çokça dert.

Ve yine bir kaç yıl önce Konya'da bir öğle namazı sonrası, mezarına "Ruhuna Fatiha" yazdıran bir adama ziyaret. Babam, abim amcam ve ben. Ve ziyaretimizde bir dayı. Sılah-i Rahim'dir bunun adı. Kalanlara sevap, ölenlere daha çok sevap. Öleceklere hem sevap, hem serap. Hem mutluluk, hem hüzün. Gidenlere tebessüm, kalanlara dert şerbetli tatlı acı. Böyledir bayramların ziyaretleri. Selamun aleyküm, aleyküm selam. "Bayram mübarek dayı." "Yatak kötü yeğen." "Çocukların mı?" "Evet" "Allah ömür versin" "Amin."

Nasılsın sorularının cevabıdır, "öldüğümüzde göreceğiz nasıl olduğumuzu" söylemi. Nadir hayatlardan çıkan, ender cümledir bu. Öyle herkese söylemek nasip olmaz. Öyle herkese duymak da nasip olmaz. Öyledir nadir zamanlarda vurulmak. Böyle beyinden, böyle ciğerden.

Bayramlar değişiktir. Hem sevinci, hem hüznü sunar sunulan şekerlerin arasından, dökülen kolonyaların damlasından.

Ve yine bir kaç yıl önce eskimiş bir dayıya nasıl ziyareti. Ve diyalog dökülür. Böyle mermi gibi, böyle toprağa düşen beden gibi. Bırakın uğruna ciltler yazılan ölüm kitaplarını. Kaldırıp koyun köşeye. Ve diyalog gelir ansızın. Ölüm gibi. Şah damarından da yakın.

Ziyaretinde olduğumuz dayı bir sigara yaktı ve "Ölüler konuşur mu Ethem?" diye sordu. "Bilmem" dedi amcam ve sordu "Konuşur mu?" diye. "Bak Ethem konuşuyorum işte. Şu sigaranın bitmesini beklemeden gelecek ölüm bana. Hayatım yer yatağıma çizilmiş bir senaryo. Ve ben bu senaryonun ölecek başrol oyuncusuyum. Ölüm benim tiradım Ethem! Bu sigara bitmeden ölürsem, bir sigara daha yak ve bana ver. Çünkü bayramlarda içilen sigaranın tadı ölümden daha iyidir." dedi.  "Ölüler konuşur Ethem, konuşur." deyip sigarasından derin bir nefes aldı.

Ve yine birkaç yıl önce ölümün kendisine tanık olduğumda, bayram mübarek dedim içimden. Bayram mübarek...


...

Cumartesi, Ocak 2

Yanlışlıkla Asım'ı Öldürdüm


Yıllarca ölüm ve hastalıkla korkutulduk. Toplumun çizdiği daire içindeki kurallar zincirinden bir adım dışarı çıktığımızda "Yapma çocuğum hasta olursun. Gitme çocuğum kaybolursun. İçme çocuğum ölürsün!" gibi bir çok tepkiyi kucağımıza döktüler ve bizden bunları ayıklayıp, kalan belirlenmiş iyilerle idare etmemizi istediler.

26 yaşındayım. Sigaraya üniversite 2. sınıfın ikinci döneminde başladım. Sigara gibi birçok şeyle hayatımın belli evrelerinde tanıştım. Hiçbiri bu kadar güzel başlangıç olmadı diyebilirim. Çoğu kişiye göre başladığım şey, bitişimin ateşi. Kamu spotları, yaşam koçları, yeşilaycılar... Bırakmazsan öleceksin diyor. Sigara içmek, bir çok zaferin tadını veremeyeceği zevkli bir kaybediş öyküsüdür. Çoğu kişi bilmez bunu. Üzücü.

Bir gün evde odamda kitap okurken babam içeri girdi:

- Ne yapıyorsun gel de balkonda sohbet edelim.
- Ne yapayım be baba kitap okuyorum.
- Ne kitabı, kimin?
- Bukowski. Ölüler Böyle Sever.
- Nasıl severmiş ölüler?
- Böyle severmiş.

Tam bu sohbet devam ederken, babamın gözü masadaki sigaraya takıldı. Eline aldı ve "La oğlum bu ne?" dedi. E tabi gerildim epey. "Ee şey sigara işte baba. Valla az içiyorum." dedim utana sıkıla. "Ya onu demiyorum. Bu ne? Böyle sigara mı olur? Adamı öldürmez süründürür bu" dedi. Sonuçta babana sigara yakalatıyorsun. Eşek herif ben sana sigara al diye mi para veriyorum demesini filan beklersin. Öyle olmadı. "Oğlum içeceksen adam gibi sigara iç. Kaçak sigaralar çok kötü oluyor. Bunu içeceğine hiç içme daha iyi. İşini bitir de balkona gel hadi. İki muhabbet edek camiye gideceğim sonra zaten" dedi ve kapıyı kapatıp gitti. Bende kitabı yatağa bıraktım, sigarayı da çantaya koyup yanına gittim. Biraz sohbet edip camiye gitti. Camiden dönüşte Marlboro (kırmızı) almış bana. "Ciğerlerin bayram etsin al" deyip verdi. Babam o sıralar sigara içmiyordu. Bırakmıştı. 1 sene önce kadar tekrar başladı. Şimdi birbirimizden sigara alışverişi yapıyoruz.

Neyse, "içme, ölürsün" de kalmıştık. Bu söz benim için babamla yaptığım o sohbet sonrası tarih oldu. Artık "nasılsa öleceğim, daha fazla içmeliyim" düşüncesinde sabitledim kendimi. Hiçbir şey olacağı yok. Hayatınız da söylemleriniz de yalan. Yalan atmayın, çarpılırsınız!

Yıllarca ölüm ve hastalık yalanıyla korkutulduk. Saçmalık! Zaten bizde çok umursamadık. En azından ben hiç umursamadım. Çocukları, gençleri böyle içi boş şeylerle korkutan ansiklopedik büyükler neden insanla korkutmadı? Korkulması gereken ölüm değil, hastalık değil, sigara hiç değil! Korkulacak tek ve yegane şey insan ve insanın ürettikleri. Korkutacaksanız şayet birilerini, insanı sömüren insanla korkutun, insanı yok eden insanla korkutun, insanı yeyip bitiren insanla korkutun. İnsan; doğar, yaşar ve ölür! Yalan. İnsan; doğar, biraz çocuk olarak yaşar, sonra ellerine kelepçe takılır köle olur, daha çok köle olur, çok daha fazla köle olur, sonra azad olur. Hem zaten ölmedik mi ulan adım adım, kalem kalem, nefes nefes. Kira fiyatlarına bakıp ölmedik mi, faturalara bakıp ölmedik mi, lokantaların önünden geçerken ölmedik mi, otobüse binerken ölmedik mi, sevdik ölmedik mi, sevilmeyip ölmedik mi, yok sayılıp ölmedik mi, var olup ölmedik mi?  Defalarca farklı farklı oluşan olaylar karşısında ayrı ayrı ölmedik mi? Kimi neyle korkutuyorsunuz? Ölüyü ölümle mi korkutuyorsunuz? Siktir oradan!

Aslında ben buraya geçim sıkıntısı yaşayan ve kira fiyatlarının yüksekliği karşısında şaşkına dönen Asım'ın hikayesini yazacaktım. Ama az önce Asım öldü. Hikaye de öldü. Allah rahmet eylesin. (Amin)

...