Pazar, Eylül 14

Gidersin ve Ölür Her Şey!

-Gidiyorsun demek?
-Evet, gidiyorum.
-Nereye?
-Bir sinek kanadı beni nereye götürecekse.
-Gidiyorsun demek?
-Evet
-Peki.

Dedi ve uzaklaştı oradan adam. Sigara yaktı önce. Kibritin daha geleneksel bir yapıya sahip olduğunu ve çakmaklara karşı savunulmasını gerektiğini düşünürdü. Çünkü çakmağın, hiçbir zaman kükürtün kokusunu veremeyeceğini biliyordu. Çünkü giden kadının çantasında hep bir kibrit olduğunu ve kokusunu sevdiğini biliyordu. Aslında hiçbir şeyin, sosyolojik, ekonomik ya da kültürel oluşu önemli değildi. Çünkü O seviyordu. Evet O. Belki sevmiyordu. Ama O'nun sevebileceği ihtimali olan her şeyin bir önem taşıdığını biliyordu. Evet adam düşünüyordu, seviyordu, özlüyordu... Ama o gidiyordu. Evet gidiyordu.

Bir sineğin kanadında yapılan yolculukların sonu neye varır bilinmez. Bilinmeyen birçok şeyin olduğunu bilen o adamın bildiği bir şey vardı ki, sahile gelip "Git bakalım. Bir sineğin kanadında, gideleceğin yere kadar git. Bilmezsin ki sen! Sen nereden bileceksin? Gitmek nedir? Nereden bileceksin! Bakma o ahlaksız ve sığ düşünen edebiyat öğretemeninin 'Gitmek eylemi bir yerden başka bir yere ulaşmaktır.' dediğine. O öğretmen bozuntusu nereden bilecek? Gitmek zor şeydir saçları omuzlarını yalayan, gözleri dünyanın 7 Harikasıyla dalga geçen, yanakları bütün yumuşak, iyi huylu şeylerden daha yumuşak olan kadın. Gitmek zor şeydir. Gitmek eyleminin satır aralarında, öldürülen hayaller, katledilen inançlar, mahvedilen hayatlar, soykırıma uğrayan gülümsemeler vardır. Gidiyorsun demek? Gidiyorsun." diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Gönülden çıkmayan söz, hiçbir gönle hitap etmez, herkes bilir bunu. Öyle olacak ki, martılar nağmeli ve acıklı ses tonuyla göğün kulaklarını inletirken, dalgalar kıyının göbeğini delmeye yeltendi. Rüzgarın etkisiyle, insanların saçları başkaldırı tangosu yapmya başladı ve daha bir sürü şey.

-Gidiyor demek ha?
-Evet.
-Nereye?
-Bir sineğin kanadı onu nereye götürecekse.
-Ama gitmek çok...
-Sus! Gitmek kötü bir şey. O'nun bilemeyeceği kadar. 

...


Cuma, Eylül 5

Huzur İstiyorsan, Ellerini Ekmeğimden Çek Ahbap!

Çalar saatin beni yatağımdan kaldıramadığı bir sabah vakti, güneş, ışınlarını kırbaç misali kullanıp suratıma acımasızca vurmaya başlayınca, dayanamayıp yataktan kalktım. Pencerenin kenarına geldim ve sigara yaktım. Saat 11 sularıydı. Camı açtım ve güneşe "İstediğin bu muydu?" dedim. Güneş istifini bozmadan ışınlarını yolladı ve "kalkar kalkmaz sigara içilmez, yüz yıkanır" dedi.

Rutin işlemlerimi bitirdikten sonra, dışarı çıktım. Elime bir sigara aldım ve kaybediliş öykülerinin yazıldığı sokaklarda dolaşmaya başladım. Her sokak başında bir kaybeden, her sokak sonunda ise kaybetmeye hazırlanan insanlara "Acılar mı var eden yaşamı? Yoksa yaşam mı var ediyor acıyı?" dercesine bakışlar attım ve sigaramı yere attım. 

İnsanların bedenlerini, hayatlarını, sevgilerini kirlettiği yetmiyormuş gibi, üstüne birde mahvettikleri sahile indim. Kimsesiz  kum taneleri, Arjantin uyruklu tango yapan martılar, sıcak denizlerden usanmış balıklar... Uzandım kumların üzerine özür dileyerek ve sordum "Taneleriniz arasında kederimi yaşayabileceğim bir yer var mı?" diye. Oralı bile olmadılar. Bir sigara daha yaktım. Henüz hava kirliliğinden ölmemiş kuşların dansını izlemeye koyuldum. 

Notaları basta ciğerimiz olmak üzere, organlarımıza kurşunlar sıkan şarkıları dinledim. "Al ulan sen busun!" diyen şiirler okudum. Kursağımda katledilen heveslerimin acı bilançolarını geçtim haber metni olarak 3. sayfalara...

Bütün bu saçma/sapan, gerekli/gereksiz seyreden düşüncelerin ışığında, elimi heybeden bozma çantama götürüp hazırladığım ekmek aramı aldım ve ucuzca yemeye koyuldum. Her ısırıkta zaferler ilan edip, her yutkunduğumda ise destanlar yazıyordum. Ulaşamadığım her iskender pahalılığındaki hayatın canına ekmek aramı yiyerek okuyordum. Biliyordum. Ekmek aram heybeden bozma çantamda var oldukça, dünya daha çekilir bir yer olarak kalacaktı. Ama olur da bir gün, hiç umulmadık bir anda, bu dünya düzenindeki çarpıklıklar, çantamdaki ekmeğimi de elimden alırsa, savaş işte o zaman başlayacaktı, biliyordum. Biliyordum, çıkarsa 3. Dünya Savaşı, petrol ya da bor ya da değerli bir madenden değil, çantamdan alınan ekmek aramdan çıkacak, biliyordum.