Pazar, Aralık 30

Sokağın Soğuk Sesleri


Sokaklarda yaşam zordum dostum
sen şöminenin sıcağında
kazağına küfürler ederken
sokaklarda insanlar
delik deşik kazağına
sıkıca sarılır
ve dünyanın en güzel
ezgilerini armağan eder
nota kaygısı duymadan.
meltem rüzgarları
hiçbir zaman jest yapmaz
soğuktan kızarmış suratlara.
sıcak şarabınla
karın yağmasını izlerken
mermi gibi yağar
sokakların minik bedenlerine
her kartanesi
ve ardından
bir hüzün daha armağan eder
sokağın kalabalığına
ve sen her gece
ödüllendirirken sırtını
yumuşak bir yatakla
sokaklarda biraz daha sert gelir
asfalt çıplak sırtlara

....

Perşembe, Aralık 27

Acemi Mühendis

Çantasını alıp
çekip giderken ardına bakmadan
sigaramın dumanıyla
ismimi yazmaya çalışıyordum
bir kez dönüp baksa
adımın yanına onu da nakşedecektim
sanırım işi çok acildi.
kusura bakma ama sigaramı söndürdüm
ve ismim şehrin kalabalığında
umarsızca dolaşmakta
ha bu arada bebeğim
beynime kurmuş olduğun medeniyette
yollar yapmayı unuttun
inan sana yürüyecek yerim yok
ve ismini yazmak için
sigara alacak param yok

...

Perşembe, Aralık 20

Cevriye'ye Lanet!

 "sapkaliadam.blogspot.com" da okumuş olduğum "Afganistan Maceralarım" hikayesinde genç bir manyağın aşkı için neler yaptığı konu alınıyor. Hikayenin 3. bölümünde Cevriye'nin, başka bir adamla evlenmesi oldukça canımı sıktı. Klavye tuşlarının tüyleri diken diken oldu emin olun. Sinir katsayım, üniversiteye giriş için sıkça gündeme gelen katsayı muhabbetlerinden bile daha ürperticiydi. Parmaklarımdan Cevriye'ye lanet döküldü bu sebepten ötürü. Buyrun...

Abimin içi yanıyor
kar taneleri acı çekerek erimemek için,
abimden kaçıyor
ben yatağımdan kalkıp
sadece sigaramı yakıyorum
metrobüslerde hayat kitleniyor
insanlar nefret depoluyor

mermiler cevriyeyi özlüyor
bir annenin askere giden
oğlunu özlediği gibi

beyinler iyi niyetlerinden 
istifa ediyor
hücreler organlara 
nefret mailleri yolluyor
atletler çamaşır makinelerinden
simsiyah çıkıyor 
ben sigaramın sonuna geliyorum
Cevriye yemeğin tuzunu 
fazla atınca anlıyor her şeyi 
ama iş işten geçiyor.
 
....




Perşembe, Aralık 13

Kanatlan Gel!



Çalışırken malışırken boş işler deyip
bir gün olsun ceketimizi alıp
çekip gitmeyi beceremedik.
aldığımız nefesin karşılığındaki "para"
ele geçirdi bedenlerimizi, hayatlarımızı, hayallerimizi
esir etti bizi
duramadık karşısında
kaldıramadık gardlarımızı
kırık tekmeleri, kırık kalplerimize yedik hep
annelerimizin koyduğu bembeyaz havlular
simsiyah oluverdi,
koca göbekli,
kimyasal gülüşlü heriflerin gözleri önünde.
aşık olacak vakti bahşetmediler
ve biz aşkımızı bahşedemedik, vakti olanlara
kaybolduk ufka uçan martılar gibi çığlık ata ata
her kanat vuruşta
biraz daha uzandık tabutumuza
elimizdeki sigarayla
yüreğimizdeki acıyla

...

Pazartesi, Aralık 3

Gelecek Günler

"Evlat" dedi bana bak. Kimse dokunulmaz değildir. Yasalarıma, kurallarıma karşı gelme, emirlerime itaat et, benim dilediğim gibi yaşa, sonra istersen ölürsün. Kovarım seni. Heveslerine sahip ol. Kursağında tetikçiler her zaman bekliyor. Bir şey olursa benden bil. Ringden ayrılma, ben havluyu atasıya kadar dayak yemeye devam et. Kovarım seni. Sus, sakın ağzını açma! Asgari ücretinin değerini bil. Az yemeyi öğren. Gözlerin ufka bakmasın. Ben bakması gereken yerleri işaretledim. Karşı gelme. Oyarım, sonra kovarım. Şimdi git bana çay getir.

"Patron"
"Ne var?"
"Kaç şeker?"
"3"
"Tamam!"

Salı, Kasım 20

Kocaman Yürekli Adam!


Bizler, annelerimizin göz hapsinde deniz kenarında kumdan kale yapardık her yaz. Yaz bitince de, soğuk kış gecelerinde, sıcak yataklarımızın altında tekrar yazın gelmesini düşlerdik.

Bu gördüğünüz KOCA YÜREKLİ ADAM gözleri annesini ararken, yıkılmış evinin tamiri için bir kerpiç de ben koyayım diyerek, küçük elleriyle koskoca hayalleri inşa ediyor. Belki bizim hiçbir zaman yapamayacağımız bir aşkla, istekle, yürekle. Ellerinden öpüyorum abicim.

Pazartesi, Ekim 22

Doğum Günümü Kutlarım! :)

23 yıl önce bugün, belki bu saatlerde ya da ilerleyen saatlerde, bir sonraki günü bekleyemeden hayata açmışım gözlerimi. Sıcak bir kucakla, yumuşak bir yastıkla, sakal batmasıyla ilk teması sağlamışım. Günlerim uyku, süt ve ağlamakla geçmiş 1-2 yıl. Sütten kesilince komşumuz Hayriye Teyze'nin ineğine dadanmışım. Süt annem yoktu benim, ama süt ineğim Karakız vardı. Bu arada Karakız bembeyaz bir inekmiş. Hergün süt deposundan 2 litresini eksik etmemiş benden. Babamda Hacıların Memiş'ten yonca alarak beslemiş Karakız'ı. O mutlu, ben mutlu. İçtğim midemde, içmediğim Karakız'da. Yarım bıraktıklarımda ekmekle harmanlanıp mama olarak sürülmüş o nadide mideme. Annem sağolsun. Bu arada Karakız sütten kesilince Hayriye Teyze kurban bayramında Allah'a adak olarak adamış. Sütü iyi olan Karakız'ın, eti de iyi pek bi' iyiymiş.

Yıllar, otobandan hızla geçen son model arabalar gibi geçip gidiyor. Benim ki de farklı değil. 50 yaşın hızına oranla, kendimi ibresi 100'ü zor bulan Renault gibi görüyorum. Her sene arabamı yenileyip bir Porsche olduğumda ölmeyi planlıyorum. Şuan için gencim ve çoğu kişinin söylediğine göre, güzelim! -Burası hayatımın belli evreleri gibi biraz karmaşık oldu.-

Deli, aslında arkadaşını, dostunu bulamayan kişidir. Yalnızlık, deliliğin özünü oluşturan maddelerin bayrak filama önde koşanıdır. Eğer siz olmasaydınız, bu günde beni yalnız bırakmayan - ki çoğunuz hediye almadı- siz olmasaydınız, ben bir deliydim. Taşlarla sohbet eder, ağaçlara çıkma teklifi ederdim. Gözümü yükseklere doğrultup kuşlara küfür ederdim. Yalnız değilim. Ayem not elon!!

Geçen sene doğum günümde babamla konuşmuştuk. Çok hoş bi' sohbet olmuştu. Ona teşekkürlerimi ilettikten sonra para istedim. Babam bana "ben sana doğamazsın demedim, adam olamazsın dedim" dedi. Hediyem, o cümleden sonraki gülüşümde saklıymış meğer. Babam bana kahkayı yolladı, kargo ücreti yok, beklemek yok! Allah ondan razı olsun...

Aslında asıl teşekkürü hakeden, kutlanması gereken kişi belli. Tahmin ettiğinizi umuyorum. Eminim bu satırı okurken içinizdeki sazana dur diyemeyip, ANNEEEEE! diye bağırdınız. O sazana kızmayın hiç. Hayatının en doğru atlayışını yaptı aslında. Zıplaması, havalanması gereken yeri güdüsel olarak bilmesede mantıksal olarak doğru yerde yaptı. Her neyse. Bi' insan düşünün, 9 ay benim gibi bi' adamı karnında taşıyan. Bana 9 ay sabrettiği gibi, üstüne bu yaşıma kadar sabretmiş bi kadın düşünün. Bunu kendi anneniz içinde düşünün ama tamam doğum günümde her şeyi bana yüklemeyin! Binlerce cümle yazayım, yazdığım hikaye olsun, yüzbinlerce cümle yazayım, yazdığım roman olsun. Ne olursa olsun, yine de anneme teşekkürlerimi sunacak somut bir şey çıkartamam. Hayatımın anlam ve önemine dair konuşma yapsam, Sayın Valim, Garnizon Komutanım, Belediye Başkanım, Emniyet Müdürüm diye başlayıp, annemin ne yüceler yücesi biri olduğunu anlatırdım.

Bu arada diğer kardeşlerime de burdan selam ederiiiiiiiiimmm!!

23 yaşındayım ve 3 gün sonra bayram. Kocaman oldum. Kurban Bayramı için girdiğimiz danayı devirecek gücü kendimde buluyorum artık.

Doğum Günüm Kutlu Olsun ya da Heppibörttey tu yuuuuu!...
Teşekkürler Canım :)

Salı, Ekim 9

Dumanımızdaki Düşler


Hayat yumruklarını
karın boşluklarımıza doğru atarken
gardlarımız ekmek kuyruğundaydı.
çocukken kurduğumuz bisiklet hayalleri
çocuklarımıza alacağımız bisiklet hayaline döndü
bir bisiklet sahibi olamadan
milim milim çürürken bedenlerimiz
perulu kızların baldırlarında
sardıkları puroları düşledik
maltepemizi içerken
ve patronumuz yeni bir bisiklet
fabrikası açarken

...

Pazartesi, Ağustos 13

Birinci Yılımı/Yılımızı Kutluyorum/Kutluyoruz


Blog dünyasının güzide masasına yumruğumu vuralı tam bir yıl olmuş. Farkında bile değilim. İftarda midemizi rahatlatsın diye hızla içilen çorbalar gibi akıp geçmiş zaman. "Neyim" yazısı ile başladığım bu saçma serüveni, yine bu saçma yazıyla devam ettirip taçlandırıyorum. Bu arada belirli aralıklarla ilk yazımı hatırlayıp, neyim ki acaba diye düşündüğüm olmuyor değil. O an ki ruh halim neyse, o oluyorum. -Şampiyon, kiralık katil, şapşal, melankolik, sigarakolik, kolik- 

Neyse, aslına bakarsak bir yıl içerisinde çok fazla bir değişiklik olmadı. Gazetelerin 3. sayfalarında hala kadınlar ölüyor, çocuklar şiddet görüyor, kazalar bir önceki yıla oranla daha fazla ölü armağan ediyor. Şehit haberleri tam gaz devam ediyor, bir annenin gözünün yaşı kurumadan, diğer annenin gözyaşı başlıyor. Babalar, hala başı dik bir şekilde vatan sağolsun diyor. Bu arada bıçak kemiğe dayandı merak etmeyin! Amerika ah Amerika kendisini unutturmuyor, kahpe İsrail masum Filistinlileri evinden, yurdundan, canından ediyor. Kanlı iftar sofrasına Arakan halkı da dahil ediliyor. Savaş her zaman ki kadınlar, çocuklar ve yaşlılar arasında geçiyor. Hani her yılbaşında umut edilen barış, adalet, huzur, özgürlük gibi evrensel temenniler vardır. O yıllar kana boğularak öldü ve bize barışın, huzurun, sevginin, adaletin moleküllerini armağan etti. Bu yılda diğer yılların izinden gitmekte... Tamam tamam haklısınız çok karamsar yazıyorum. Abi işte o eğlenceli, esprili günleri buraya yazmak, yaşadığın andaki tadı vermiyor. Sende iyi bilirsin zaten. Neyse. İndir lan elini!

Bende pek değişmedim. Fırsatım olsaydı değişirdim herhalde bilmiyorum. Aslında "tamam lan gel ne istersen o ol!" deseler martı olmak isterdim. Dert yok, tasa yok. Denizde balık, vapurda simit. Birde sigara yakarsam tam olur işte! Ya da bir gün Mali'yle, Ağabeyime "Hişş! la ben ekmek almaya gidiyom" deyip İrlanda'ya gidesim var. 

Küçükken kış gecelerinde yataktan kalkar, kar yağmış mı diye bakardım. Yağıyorsa hele de yerler beyazlamışsa bütün dünyanın tapusunu almış gibi sevinirdim. O kadar sevinirdim ki yere düşen her taneyi çocuğum gibi benimserdim. Bembeyaz yolu, tekerlekleriyle yarıp geçen arabalara çok kızardım. Ben küfüre o zamanlar başladım işte. Hala da ediyorum. 

Anlatılacak çok şey var aslında. O kadar fazla şey oldu iyi, kötü, çok iyi, çok kötü... Uzar gider. O yüzden sevgili dostlar, canınızı yirim. Ölmediğim sürece yine böyle saçma yıldönümlerini kutlar içimizden küfürler yağdırırız şemsiyesini almayanlara. Beni unutma fikriniz bile, bana kavuşma umudu bağlasın içinizde. Severim sizi!


Adı: Manu. Canınızı sıkan olursa arayın!

Pazartesi, Ağustos 6

BELKİ BAŞKA BAHARA AZİZİM!


Aziz, şehrin en sıkı caddesinde dolaşırken, birden duraksadı. Sigarasından derin bi nefes alıp, gökyüzüne bakmak istedi. Slowmotion olarak kaldırdığı kafasını, gökyüzüyle birleştirdiğinde binalar arasında birbirine kur yapan kırlangıçlar değil, reklam tabelaları dikkatini çekti. Aynı şeyi tekrar yaşamamak için gözlerini kapatıp, hızla kafasını yere eğdi. Gözünü açtığında, "7 günde kekemeliğe son" broşörünü gördüğünde dilini koparıp, çorba yapmak istedi. İçinden keşke Meksikalı silah kaçakçısı Javi Martinez o küçük ama etkili Seecamp LWS 25 silahıyla ensemden alnıma doğru yeni bir hava deliği açsa. Bundan daha çok zevk alırdım, dedi ve sigaradan derin bir nefes daha aldı.

Aziz, İstanbul Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'nde Kamu Yönetimi bitirmiş, boş gezenenin boş kalfası olarak hayata atılmıştı. Hayat onun için çoğu zaman Çin Lokantasında bol acılı lahmacun söyleyen şapşal müşteriyi andırıyordu. Binlerce insan ve binlerce insanın sunduğu yalnızlığı hakkıyla bünyesinde barındırmış vaziyette evine dönmek için İstanbul Kart'ını doldurup otobüse bindi. 23 dakika süren yolculuğunda beynindeki düşünce savaşları yüzünden çok yorulmuştu. Eve girdiğinde yaşlanmaya çıkma teklifi etmiş annesine selam verip direk yatağa atladı.

Ertesi gün, uyandırma servisi olan kornalar eşliğinde yatağından kalkıp, kahvaltı masasına geçti. Annesine dönerek, "Söyler misin anne bizi bir araya getirmek için kurulan şehirler bizi fazlasıyla yalnızlaştırmadı mı? Kafamı çevirdiğim her yer bana tüketmemi, tüketmemi ve tüketmemi söylüyor. Sence benim buna hakkım var mı? Söyler misin benim buna yetecek param var mı?, dedi ve çayına iki şeker atıp karıştırdı. Çayından bir yudum çektikten sonra annesine Sao Paoulo'ya gideceğini söyledi. Annesi, "Oğlum senin tüketmeye paran olmadığı gibi, Sao Paoulo'ya gidecek paran da yok. Bunu kendin söyledin. Hadi böreğin soğumadan ye." dedi.

Annesinin gerçekleri yüzüne beklemediği şekilde savurmasının şaşkınlığıyla sigarasını alıp odasına çıktı. Murat Yılmazyıldırım'ın "Kabir ve Gül" adlı şarkısını açıp, sigarasını yaktı. Eski sevgilisi geldi aklına. Ama hangi sevgilisi olduğunu hatırlamayadı. Kendisini gözleri bozuk, göz doktoraları gibi hissediyordu.

Kahvaltısına devam eden annesinin yanına gidip, "Sao Paoulo'ya niçin gideceğimi sormadın" dedi. Zeytin çekirdeğini tabağına koyan annesi, "Niçin?" dedi.  "Sao Paoulo Belediye Başkanı Gilberto Kassap, şehirdeki billboard'ları, posterleri, afişleri, otobüs duraklarındaki reklamları 'Temiz Şehir Kanunu' adı altında kaldırmış. Ben Kamu Yönetimi bitirmiş bir adamım. Gidip beni işe almasını isteyeceğim. İşte bu yüzden Sao Paoulo anne." dedi. Annesi, " Oğlum seni burada işe girmeni sağlayacak bir dayımız yokken, Brezilya'lı bir dayıyı nereden bulacağız söyler misin? Hadi gidip KPSS'ye hazırlanmaya devam et. Kazanırsan belki sende onun gibi sıradışı bir yönetici olabilirsin. Hem bunun için şehirdeki reklamları kaldırmana gerek yok. Kaldırımları düzeltsen yeter." dedi ve bir zeytin daha ağzına götürdü.

...

Cuma, Temmuz 6

Sus Hakim Bey Biliyorum Gol Değil!



22 yıl önce oyuna girdiğim maçta hiç gol atamadım. Hayat ortalarını hep kötü açtı. Ya da ben iyi yükselemedim. Ara pasları da oldukça hızlıydı. Allah beni zenci olarak yaratsaydı belki bacaklarımdaki çift lif sayesinde pasları değerlendirebilirdim.

Hayatın açtığı ortaya tam kafa vuracakken, formamdan çektiler. Ne hakemi inandı, ne seyirci. Üstüne aldatmaya yönelik sarı kart yedim. Maç sonundaki taraftar baskısı da hiç dinmedi. Medyayı hesaba katmıyorum çünkü onlar bizimle hiç ilgilenmedi. Bizim oralarda topa kötü vuranlara " o ney lay garaburuna bak" denir. Ha işte medya, Adidas'ın son sürüm ayakkabılarıyla topa garaburun vuran zengin dostlarının(!) çocuklarıyla ilgilendi hep. Bizim kestiğimiz muz ortaları ithal olmadığı için beğenmedi. Topa sportaç marka kramponlarla vuruyosan eğer şansın yok demektir. Bu arada ben futbolu bıraktım. Sportaç marka kramponlarımı da henüz babası zengin olmayan yan komşumuz Sevim Abla'nın çocuğu Mahmut'a verdim. Mahmut'un kramponları aldığındaki sevinci Bill Gates görseydi şayet Mahmut'un adıyla bi' yazılım çıkararırdı piyasaya. Mahmut'un sevinciyle doldururdu cebini. Mahmut da arkadaşlarına "oğlum bakın Bill Amca benim adıma yazılım çıkarmış" diye hava atardı.

Geçenlerde sıkı dostum Japon Hayri'yle Napolili fakir taraftarların söylediği " Yarın yine borçlarımız olacak ama bugün kral biziz" şarkısını söyledik. Bakkal Sami Abi'de duydu bizi. Bakışları o kadar deliciydi ki düşmanlarımız Sami Abi'yi görse bize asla ilişmek istemezdi.

Ha unutmadan, Mahmut geçenlerde antreman esnasında sakatlanmış. Durumu kötüymüş. Sevim Abla MR çekilmesi gerektiğini söyledi. Attar Cevdet Abi'den bir kaç ot alıp ayağına sarmışlar. Sevim Abla namazlarının ardına yeni bir dua eklemiş durumda. Kendisini çölde su kuyusunu arıyan çılgın Bedeviler gibi hissediyor.  Sportaçımın laneti  şimdi de Mahmut'u sarmış durumda. Üzülüp yaktım bir sigara yine. Otlak sigaradan alınan zevki verdi bu sefer. Japon Hayri gelmeden sigaramı bitirmeye çalışıyorum.

Futbolu bıraksam da, doğumumla birlikte başlayan Hayatspor'la olan karşılaşmam devam ediyor. Kuralları belirleme şansım olsaydı maçı tatil eder kahvemi yudumlamayı tercih ederdim. Sende iyi bilirsin ki hayat senden sıkılırsa biter bu oyun.

Pazar, Mayıs 13

"Ceyhun Atuf Aksu'dan Patrice Lumumba'ya"

 (Patrice Lumumba 1925-1961) 
 
Lumumba
 
Aldandın sen Lumumba
Aldandım ben.
Aldattılar aklı ve özgürlüğü.
Bilmem gerekliydi ya, bunu
Ben kurtuluş savaşı çocuğu
Tanımalıydım bu eski yüzü
İzmirden Ankaraya yangınlar alazında
Çocukların çığlığından, anaların acısından.

Aldattılar seni Lumumba
Aldatıyorlar beni.
Aldanıyoruz düpedüz
Tutsak halkların sunduğu tepsi
Belçikalı sofralara (amanın adı özgür ekonomi)
Bakır uranyum ve altın madeni
Kauçuk tarlalarında sömürge şapkaları
En ucuz zenginlik el emeği.

Aldandın sen Lumumba
Aldandım ben.
Aldatıyorlar gazetelerle, televizyonlarla.
Batı - O, Eflatunda kaldı - Batı? neymiş Batı?
Anamalın sömürgeci saltanatı,
Veren bir elle, alan bin elle
Bağımsızlıklar satılan çarşılar Çombelerle
Ve kanlı yumruğu bekçilik edenlerin
Tefeci konaklarına Batılı Brükselin.

Aldattılar seni Lumumba
Aldatıyorlar beni.
Güçlüdür o yargıçlar yargılıyız aldanmaya
Bankalardan uçaklarla roketlerle geliyorlar
Uyandığını duydular mı halkın gerinerek
İniveriyorlar ossaat tepesine
Tutulmuş paralı askerlerle.
Kongo bir halk ormanı değil artık
Kanlı sürgün avı doyumsuz çıkarların.

Vurdular seni Lumumba
Vururlar bizi.
Vuruyorlar o karanlık ırmaklarda
Ormanları delip geçen namuslu hançer ışıltıyı
Kara sıcak senin kanın akar Afrika gecesinden
Yağlı pırıl pırıl yüzleriyle iş adamları
Çil paralar atıyorlar dünya radyolarından
Düpedüz dilini tutmuş insanlığa.


Güçlüdürler, güçlü onlar: Kongo zengin,
Ezilmişlikle yoksulluk her yerde dilsizdir,
Dilsizdir fakir beyazlar ve zenci milyonlar
Aldanıyoruz durmadan, elimizde ne var?
Asyada, Afrikada, Güney Amerikada,
Perulu kızlar, Viyetnamlı oğullar
Ve sen Lumumba
Bedeni delik deşik zenci baba!

Cumartesi, Mayıs 5

Saçmalama Senfonisi


 Bugün kendimize bir değişiklik yapalım haydi
Eyfelden düşlediğimiz dünyayı
Galata'dan fişekleyelim
fitili sen yakarsın olmaz mı?
Gözüne yaklaştırdığın cismi
çekersen eğer
görüş alanın açılır
ve beni daha iyi görebilirsin
belki daha iyi de anlayabilirsin
yapmak istediklerin
ve yapmak istemediklerinle
ilgili savaşa bir son ver
ya da "ah bu bende olsaydı" demeyi
şimdi en çok değer verdiğin şeye
iki kez bak
bak ve ona de ki
seni kaybetsem ne olurdu?
şimdi kollarını
tüm sıcaklığıyla
ve içtenliğiyle bir kez daha aç
aç ve ilk görmüş gibi sarıl
öyle sarıl ki
annesiz çocuklar
teninde hissetsin
kimsesizler ısınsın

...

Çarşamba, Nisan 25

Kerpiç Kerpiç Üstüne Kurdum Utancı!



Utanç 1961'den 1989'a kadar Berlin Duvarı adı altında hayat buldu. En az Japon savaş aleti katana kadar keskindi. Bir sabah Berlin toz duman. Bakmışsın ki duvar yıkılmış. İyi de olmuş. Ama utanç, zulüm, kötülük, hayvaniyet duygusu kendine yeni bir yapı bulmakta çok hızlı davrandı. Adını da Batı Şeria Duvarı yaptı. Üstelik Berlin'dekinden çok daha bir uzun şekilde. İsrail'in işgalini onaylayan, ölümü, acıyı, gözyaşını saçan bu duvara ne oldu da ses çıkmadı. Berlin Duvarı gece-gündüz beni yıkın diye çığlık mı attı da yıkıldı? Filistin'deki duvarın dili mi yok? Yoksa dilinden mi anlamıyoruz? Ya da denize girmeden kulağımıza su kaçmasın diye tıkadağımız şeyi çıkarmayı mı unuttuk? Acının dili, dini, rengi varmış meğer.

Pazartesi, Nisan 9

Sence Ne Olacak?


Eski bir atasözü der ki: "Bir insana balık vermek yerine, balık tutmayı öğretmek daha iyidir." Çok doğru. Ama şöyle bir durum var. Olur da bir gün hepimizin balık tuttuğu nehri gelir de biri satın alırsa ve bize balık tutmayı yasaklarsa ne olacak? Ya da güzel giyinimli, göbekli, gülüşünden attığı adıma kadar evet ben parayım, paranın babasıyım diyen biri nehrimizin kenarına fabrikasını kurarsa ne olacak? Fabrika atıklarıyla beraber nehir zehirlenirse, balıklar zehirlenirse ve biz zehirlenirsek ne olacak? Ne bileyim ne olacak.

...

Cumartesi, Nisan 7

Ölürsen Bitersin Dostum

 
Bir insanın vadesi dolup dünyaya açık gözleriyle son bir bakış atıp öldüğünde, yaşadığı zaman diliminde onun adıyla anılmış arzular ve sözler de ölür mü?

Bildiğim bir şey varsa Yukarı Orinoco Yerlilerinin geleneğinde, ölen kişi adını kaybeder. Ölen kişinin yeşil muz çorbasına ya da mısır şarabına karıştırılan küllerini içerler ve bu törenden sonra bir daha hiç kimse onun adını anmaz. O artık başka bedenlerde, başka isimlerle gezer, arzular ve söyler. 

Bildiğim bir şey daha varsa, Türk Yerlilerinin geleneğinde ölen kişinin adı yücelir. Meftanın ardından helvalar yapılıır, gözyaşları dökülür. İsmi dillerden düşmez. Arzuları arzularımız, düşünceleri düşüncemiz olur.  Nefes aldığı dönem içersindeki beş para etmez ismi, düşünceleri, arzuları yine beş para etmez bedeninde şaha kalkar.
 
Yukarı Orinoco Yerlileriyle karşılıklı birer sigara içmek çok iyi olurdu. E tabi mısır şarabı ya da yeşil muz çorbasını içmemek şartıyla.

...

Çarşamba, Nisan 4

Belki Başka Bir Yaşamda


Eğer penceremden perdeler süzülüyorsa dışarı 
ya da  müzik sesleri yükseliyorsa
ya da sigara dumanı kovalıyorsa sinekleri
zilime basma,
kimseye verecek bir hayalim yok 
dünyanın en çok konuşulan adamı olmaya
ya da izafiyet teorisini çözmeye çalışmıyorum 
gözüm hiçte yükseklerde değil
sadece biraz daha hayatta kalmak için 
akrep ve yelkovanla savaşıyorum 
bu yüzden telefon numaramı tuşlama,
kapıma kulağını dayadığında 
televizyon sesi geliyorsa
ya da flüt sesi 
ya da ıslık 
hemen uzaklaş ordan
beklemeden bir taksi çevir 
ve öndeki arabayı takip etmesini iste,
sebebi yok hiçbir şeyin
sen değilsin, ben değilim
camın açılmasına
bedava ekmek kuyruğunda 
bekleyen muhtaçlar gibi sevinen 
sinekler değil, 
saçların, ayakların
nefesin, sesin 
giremezler içeri 
Sahra Çölü'ne kar yağasıya kadar
ay güneşten daha parlak olana kadar
ve elbette ki kıyamet kopana kadar..

Pazar, Mart 11

Patronlar



Camın önünde ellerini arkaya bağlamış patronlar
hiçbir zaman göremez
kuşların gökyüzüyle raks edişini
onları en çok ilgilendiren
camın yansımasında kravatının nasıl durduğudur

camın önünde masraflı midesini kaşıyan patronlar
anlayamaz asla
son parayla alınmış ekmeğin tadını
saç köklerinin ardına saklanmış beyni
İtalyan restorantı ve Çin restorantı arasında
doyumuna bir kavga vermektedir çünkü

camın önünde pahalı purosunu tüttüren patronlar 
alamaz 
işçisinin çalışma aralarında
sol cebinden çıkarıp yaktığı sigaranın zevkini
sigarayla yağ tadını aynı anda damağında 
hissetmemiştir çünkü...

Cuma, Mart 2

Çığlık



 Savaş çığlıklarını duyar gibiyim
şarjörleri süsleyen mermileri görüyorum
namlular hedefi kalplere doğrultmuş 
birazdan kırmızıya boyuyacak toprağı
bilmedikleri bir şey var ama
toprak sevmez kanın kırmızısını
çileğe mineral verip büyümesini ister
elmaların, kirazların rengini sever...
uçakların gökyüzünü yardığını görüyorum
pervanesinde moleküllerine ayrılan kırlangıçlara aldırmadan
tüyler gökyüzünde 
savaş makinelerine sitemle son kez uçuyor
gökyüzü kapanıyor içine
gidenin ardından boşaltıyor gözyaşlarını
tankların yürüdüğünü görüyorum
kara kaplumbağaları suya doğru koşuyor
ağaçkakanlar sincaplar için oyuyor kovukları
köstebekler endişeyle deliyor yeraltını
ağaçlar rüzgarla konuşup
ağıtlar yakıyor nebatata
kundaktaki çocukları görüyorum 
geleceğe gülümsüyorlar habersiz
anneler gözyaşı depoluyor çaresiz
her damla bir bedduayı armağan ediyor 
vahşeti meslek benimsemiş mahlukata.
yeraltı masumlara açarken kollarını
dişlerini sıkarak bekliyor 
güzelliklerin karnına bıçağı sokanları...








Çarşamba, Şubat 15

Hiçbir Şeyin Önemi Yok




Hiçbir şeyin önemi yok,
lavabodan sızdırdan sudan başka 
foklar ölürken ve  insanlar ölürken ve duygular ölürken
ve alt komşumuzun çöplerinizi kapının önünden alın, aidatı ödeyin diye bakarken
hiçbir şeyin önemi yok
sigara içmekten başka
dumanından geometrik şekiller çıkarmaktan
bitince bir daha yakmaktan
yeni bir şarkıyla, yeni bir keyif yaşamaktan başka
bi önemi yok
boş paketin,
son dalın,
son yalanın,
son acının getirdiğinden başka
asla önemi yok
senin beni bilmenden
ve benim seni sevmemden başka,
paralar saçılırken
ölen kardeşlerimden başka
yok bir şeyin önemi
yağdır kurşunlarını haydi
elmas toplamak için zorlanan küçük ellere
keyif sür şimdi tek taşınla
gerçekten önemi yok
açamayan çiçeklerlerden,
dinmeyen gözyaşından,
sonu gelmeyen hayallerden başka
ve cidden önemi yok
yalnızlıktan başka
yaşamaktan, itaat etmekten ve ölmekten başka...






Perşembe, Ocak 12

Bana Gülersen Bebeğim



Bana gülersen bebeğim,
Belki Fransız İhtilali'nin tarihini hatırlayabilirim
Hümanist olur, sevgiye övgüler yağdırabilirim
Ama yine de gülleri koparma taraftarı değilim.

Bana gülersen bebeğim,
Komşumuz Nezaket Teyze komadan çıkabilir.
Oğlu, Nezaket Teyze için şiirler yazıp ünlü olabilir.
Ama iş saati bu yazdıklarımı Yakup Abi görse bana oldukça kızabilir.

Bana gülersen bebeğim,
Filistin'deki duvarın, Berlin'deki duvardan çok daha acımasız olduğunu anlayabiliriz.
Belki İsrail yaptıklarından utanabilir,
Rachel Corrie'nin İsrail tanklarının önündeki muazzam duruşu insanlara ders olabilir. 

Bana gülersen bebeğim,
Sabri'nin açtığı ortalar yerini bulabilir.
Guiza'nın vurduğu şutlar, gol olmasa bile kaleyi tutabilir.
River Plate tekrar Arjantin Birinci Ligi'ne çıkabilir. 
Belki Real Madrid Barcelona'yı yenmeyi.. yok bebeğim bu olmaz, neyse..

Bana gülersen bebeğim,
"Siz bizim çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" sorusunu sorabilirim.
55 kiloda dünya vucüt şampiyonu olabilirim
Eğer gaza gelirsem Mike Tyson'a seni kulağını ısdırrım bile diyebiliirim.

Bana gülersen bebeğim,
Çakal Carlos'un yeni isminin Salim Muhammed olduğunu öğrenebiliriz.
Belki onu Fransa'daki cezaevinden kaçırabilir, evimizde misafir edebiliriz.
Fransa'ya Ermeni Yasa Tasarısı yüzünden küfürler edip, Cezayir'i bağrımıza basabiliriz.

Bana gülersen bebeğim,
İnsan hakları bildirgesinin, Şeyh Edebali'nin öğütleri yanında bir hiç olduğunu görebiliriz.
Bu düşüncemiz yüzünden insanlar bize dinci diyebilir, ceblerimizde takke ve tesbih arayabilir ya da çantalarımızda güllü yasin.
Bu ırkçı yaklaşımı insanlar kendi aralarında, özgürlük için yaptıklarını iddaa edebilir. 

Bana gülersen bebeğim,
Ayağımızdaki Harley Davidson botlar ve götümüzdeki Levi's pantalonlarla emperyalizme lanet okuyabiliriz.
Coca Cola'ya karşı Pepsi'yi tercih edebilir,
Mc Donalds'da Amerika ve İsrail'e sövebiliriz. 

Bana gülersen bebeğim,
Bende sana gülerim,
Benim arkadaşlarım ve senin arkadaşlarında güler.
Mehmet Ali'de güler. Bu arada bebeğim o bir yazar ve çevresi çok geniş bu sayede bütün insanlar gülebilir. 

Bana gülersen bebeğim,
Birer sigara yakıp keyifle tüttürebiliriz.
Birbirimize şarkılar söyleyebiliriz.
Sesimin iğrençliğine aldırmadan türkülerimi çığırır yüreğini dağlayabilirim.
Ve bende sana gülebilirim bebeğim..

Çarşamba, Ocak 11

Bazen Olur Böyle Şeyler!


Yolda yürüken çalıyordu. Seni gördüğümde solo devam ediyordu. Sana bakıp sigarayı yakıp içime çektiğimde çoktan ortasına gelmiştim şarkının. Şarkı bitti sende gözden kayboldun. Şarkı değişti ama sen değişmedin. Bir süre dinlemedim hiç, seni de görmedim. Organize çalışıyordunuz sanırım. Gülümsedim.

Yine yolda yürümeye devam ediyorum. Başka bir şarkı çalıyordu ama. Seni gördüm hemen açtım şarkımızı. Sen bilmesende bizim şarkımızdı artık. Beni bu konuda haksız çıkarmadığın için teşekkürler.

Ucuz bir numarayla tanıştık. Tanışma sırasında sözleşme imzalamadık tabi. Boş mukaveleye imza attık zaman ve paranın yazmadığı. Kapital gülüşmelerden ikimizde yoksunduk çünkü. Ne kadar hoş değil mi?

Arkadaşlığımızın arkadaşlık düzeyinde kalıp kalmayacağını sorgulamadan arkadaş olduk. Düzenli idman niteliğindeki görüşmelerimiz bizi sonuca adım adım götürüyordu. Şarkımız hala çalıyor duyuyor musun?

Görüşüyorduk. Artık yapbozun parçalarını doğru yerlere koyup bir şekil çıkarmaya başladık bedenlerimizde. Kişiliklerimizin hangi kriterleri uyuşuyor bunları bulmaya çalıştık hep olumsuzlukları görmezden gelerek ve belki hata yaparak. Bardağı  ağzına kadar doldurup, bardağın dolu tarafından bakma oyununu oynadık ağzımız enselerimeze vararak.

O değilde görüşmediğimiz günlerde şarkıya kaptırıp kendimizi sigaranın parmaklarımızı yakmasıyla irkilişlerimizi anlatıp gülüyorduk kahkalarla. Arka masadaki elemanlar rahatsız oldu sanırım! Hadi dışarı çıkıp sigara yakalım. Çakmak var değil mi? Hah çok güzel yak bi' tane!

Her şey iyi hoşta ne zaman kendin olmaktan çıkıp, başkalarının şekillendirdiği bir kalıba girme girişimine -ki bu niyet göstergesi olabilir- başladığın an değişiyor her şey. Burda bi' hoop! demek gerek. Şarkıyı kapatalım mı? Kafam çekmiyo -bahaneler başlar-...

Fazla tekrar iyi değildir. Monotonluğa, sıradanlığa, miskinliğe, yavaşlamaya, koy gitsinlere sürükler adamı. Şarkıyı çok mu dinledik? Sana dedim ben başka şeyler açalım diye! Sesimi yükseltmedim!

Artık saate baktığımızda akreple yelkovanın savaşını izliyoruz. Sende farketmedin küçük yuvarlak içindeki saniye çubuğunun nasılda ortalığı karıştırdığını. Ben paramı akrebe yatırdım bu arada.

Bazı şeyler yolunda gitmiyorsa kapıyı açıp inmek gerek. Eğer hızlıysa "kaptan sağda!" diye bağırmak gerek. 2 durak önce in hiç farketmez. Nasılsa bir yolunu bulup varacaksındır inmek istediğin durağa. Arkadan başka bi' araba geliyor sende gördün değil mi?

Hayat tek bir arabada devam etmiyor. Bazen izin olmasa da U dönüşü yapmak gerekir. Sen istediğin kadar iyi bir sürücü ol. Karşındaki ehliyeti yeni aldıysa eğer işin bitmiş demektir.

Artık bu şarkıyı dinlemiyorum. Çünkü teyibim çalındı. Yalan atmıyorum ciddiyim. Gözlerinizin içine bakarak "yalan" atan insanlar gibi yapmıyorum. Adamlığınızı sorgulamıyorum. Maslov piramidinin en ucuna oturmanızı istiyorum. Görün iyi niyetimi artık! Sigaram bitti yine. Genelden salladık ama olsun. Sigarasızlık kötü bir şey.

Gözyaşların kurumadan gülmeye başla artık. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü..

Ya bu arada ben şarkının ismini unuttum kusura bakma.

Pazar, Ocak 8

Eastland İçin Yansın Sigaralar

Bir üçüncü dünya ülkesinde devam eden ve bir grup insana çıkar sağlarken öte yanda binlercesinin ölümüne sebep olan anlamsız bir savaşın hikayesidir. Gündemi yaratan ülkelerde bir insan hayatının değeri dillere destan edilirken "eastland" de sessizce yiten binlerce hayatın çığlığıdır.   
Sigaran var mı?