Çarşamba, Temmuz 10

UNUTMADIK SREBRENİTSA UNUTMADIK!


18 yıl önce bugün, yani 11 Temmuz'da, Sırplar, Srebrenitsa'da okuldan çıkan çocukları, çocuklarını bekleyen anaları, geçimleri için çalışan babaları, gençleri, yaşlıları, masumları bir bir acımadan, göz kapaklarını oynatmadan, tetikteki elleri hiç bir tedirginlik hissetmeden, hayvani duygularının öncülüğünde bir bir katletti. Avrupa'nın göbeğinde gerçekleşen bu katliamı şimdinin özgürlük melekleri(!) uyku bantları sebebiyle göremedi(!) ve ses çıkarmadı.

Zalimler için, alçaklar için, vahşiler için, köpekler için yaşasın CEHENNEM! Srebrenitsa'da ölen bütün kardeşlerimizin ruhu şad olsun. Allah onlara rahmet etsin. UNUTMADIK!

Cuma, Mayıs 24

Önemli-Önemsiz


Saatin kaç olduğu, kaça doğru gittiğinin hiçbir önemi yok. Kimin yaşadığı değil, kimin öldüğüdür önemli olan. Kaç kalbi yaşattığın değil, kaç kalbi durdurduğundur aslolan.

Okyanus akıntılarının gölgesinde, sigaranı içerken öten kırlangıçların ya da yolunu kaybetmiş kılavuz kargaların yaşam savaşını izlemektir belki önemli olan.

Oyundan atılan bir çocuğun akıttığı gözyaşlarından çıkan sestir can sıkan. Niagara Şelalesi'ne bak ve kapat gözlerini. Kaç çocuğun sessiz çığlığını duyacaksın.

Daha kaç defa yok sayılacağız? Oksijenimize daha ne kadar kota koyulacak? Sorularında bir önemi yok, cevapların sorulardan daha acımasız olmasından başka.



Cuma, Mayıs 10

Güzel Bir Ölümü Bahşedin Bize!


"Çalışın! Sizlerin en temel ve asli görevi bu. Geceniz gündüzünüz, sabahınız akşamınız iki dudağım arasında çıkmak için emir bekleyen kelimelerde. Susun ağzınızı açmayın! Emirleri ben veririm. Bu çatı altında almanız gereken oksijen miktarını ben belirlerim. Damarlarınızdan kan çekilesiye kadar, ciğerleriniz solana kadar bana aitsiniz. Sizler formalite sözleşmelere imza atmış birer kölesiniz. Haklarınız kağıtlar üzerinde yazılan maddelerde değil, benim elimde. Elimdesiniz. İşaret parmağımda, baş parmağımda, orta parmağımda... Haydi şimdi hayallerinizi, umutlarınızı, isteklerinizi kafanızı yastığa koyduğunuzda hayata geçirin. Ama burda benim karşımda, benim imparatorluğumda bana itaat edeceksiniz, yaşayacaksınız ve sizinle işim bittiğinde öleceksiniz. Toplantı bitmiştir."

Salı, Nisan 16

Şansımız Var Mı?


Geriye uçan yaban ördekleri
çarpaz seyreden kırlangıçlar
gün aşırı martı çığlıkları
anlamını yitirme İstanbul!
zehirli sarmaşıklar sarmış dört bir yanını
hüzün saçıyor adımların
diliyorum, diliyoruz biraz daha aşı
uzanamadık güzelliğine
Mozart ışıklarını görse
ya da boğazını ya da Ayasofya'yı
sancılarımıza ağrı kesici olmaz mıydı?
Bana bir parçanı ver meltem vakti
ellerim, terk etsin Sibirya'yı
sokağa taşsın senfoni orkestraların
bahçenden bir salkım huzur ver
ihtiyaç sahipleri faydalansın
ve biraz daha güller açsın
gün batımların ve doğumların, doğumlarım...
biraz anlam katsın denizi yaran gemilerine
çorak bitki örtülerinde denizler taşsın
gözyaşlarından şelaleler aksın
ben kaybedeyim ama sen kazan
isyanlara inat, insanlara inat

Cuma, Mart 29

Pardon Bi' Şarkın Daha Var Mı?


Duyuyor musun? Hiç söz yok ama, binlerce kelimeyi, cümleyi seriyor henüz kırmızıya boyanmamış halıya. Tek kelam etmeden bize binlerce şey anlatıyor. Biliyorum bizi kimse anlamıyor. Devrik cümlelerimiz mi bunun sebebi? Gizli özne olduğumuz içindir belki ne dersin? Bana bir sigara vermek ister misin peki? Markanın hiç önemi yok.

Bak şarkı başladı. Niagara Şelalesinin damlacıkları dans ediyor dehlizlere saplanmadan. Nil nehri taşmıyor tarlalara. Ekinler güneşin tadını çıkarıyor. Hasankeyf kahverengi kayıklara binmiş yüzüyor berrak suların öldürücülüğüne sitemle.  Kardelenler kompresör makinelerini utandırarak deliyor karı ve selam diyor. Gökyüzü kabul ediyor selamı. Hava kirliliğinden ölmemiş kuşların raksı neşelendiriyor nebatatı. Çakmağını da alabilir miyim?

Şarkı hızlandı. İstifalar çoğaldı. Masalar "Yeter artık" cümleleriyle dolmaya başladı. Olumsuz cümleler, hayallere pozitif anlamlarlar yükledi ve patronlar bunu anlamadı. Şaşırdın mı? Küllük burada yere dökmeyelim temizlikçilere ayıp olmasın.

Sololar nasıl da hayat veriyor değil mi? Yaşamak için paraya, yemeğe, suya ihtiyaç yok. Bak Afrika'da kıyıda köşede kalmış insanlar bizim nefret ettiğimiz, duymak istemediğimiz çalgılarıyla doyuyor. Maldivlerde deniz keyfi, Sibirya'da şafak seyri başlıyor. Perunun florası değişkenliğini gizlemiyor. Faunasında ötleğenler, armadillolar geziyor. Egzotik dansçılar geliyor yol verelim lütfen!

Şarkı bitti. Parmak uçlarımızda notanın kokusu. Bi' paket sigara alıp geliyorum. Biraz bekler misin?


Salı, Mart 26

Bana Biraz Boşverir misin?

Kalemimi alıp kapatıyorum gözlerimi, en karanlık sokaklara bir çizgi atıyorum. Adam asmaca oynadığımız boş müsvedde kağıdına adımlar atmaya başlıyorum. Bir anlık boşluğumuzda çalınan huzurumuz adına, annemin aldığı kokulu silgiyi çıkarıyorum kalem kutumdan. Sırasıyla başlıyorum tüm kötülükleri silmeye. Savaşı, köle ticaretini, adaletsizliği, yavşaklığı siliyorum. Siliyorum ama izleri kalıyor, çıkmıyor. Silgi kalitesiz diyorum ve kırtasiyeye gidip yeni bir silgi alıyorum. Kaldığım yerden devam ediyorum ama değişen bir şey olmuyor.

Samandıra'dan Diyarbakıra, Trabzon'dan İskoçya'ya, Meksika'ya kadar her yerde çocuklar ağlayarak inletiyor gökyüzünü. Kadınlara atılan her tokat, Hiroşima'ya atılan atom bombalarını andırıyor. Bitki yeşermiyor gözlerinde, meyve vermiyor. Yine umrumuzda olmuyor çünkü seralardan sunulan bol hormonlu duygular satın alınıyor.

Daha fazla uzatmıyorum ve vazgeçiyorum her şeyden. Kalemimi silgimi dolabıma kaldırıyorum. Kalemler görünmez yazıyor çünkü, silgiler görüneni silemiyor. Gözlerimi kapatıp evrene mesaj yolluyorum. "Bana biraz boşverir misin? Söz ödeyeceğim."

Cumartesi, Mart 9

Filistin'de ya da Afganistan'da Götün Var mı Çocuk Olmaya?


Her insan yaşamı boyunca yaptığı küçük ya da büyük çılgınlıkları, sohbet meclislerinde anlatmaktan büyük keyif duyar. Hepimiz yaparız bunu. İnce gülümsemelerle süsleyip gelen kahkalarla oturduğumuz yere güvenle yayılıp diğerlerinden gelecek çılgınca geçen günleri dinlemeye koyuluruz. Ya dersten atıldığımızı ya da babamızı uyutup yanağına sevgi dolu busemizi kondurmadan cebinden arabanın anahtarlarını çaldığımızı anlatırız. Ve yine güleriz. Marifetlerimiz bunlarla sınırlıdır çünkü.

Ama hiçbirimizin yaptığı, Filistin'de ya da Afganistan'da oyun oynamak için dışarı çıkan çocuklar kadar çılgınca olamaz. Buradaki çocukların hayatı çılgınca oynanan oyunlarla doludur. Bizler, babalarımızın gölgesinde oyun oynarken , Filistin'de ve Afganistan'da çocuklar uçakların gölgesinde oyunlarını oynar. Bizler, 8 taşı topumuzla devirip kaçarken, orada 8 minik beden devrilince kaçış başlar. Kaçış bitip evlerimizde rahatca nefes almaya başlarken, orada mezarlarda nefes alınmaya başlar. 

Savaş diyarındaki çocuklar evcilik oynamaz çünkü ev kavramı yoktur. Onların en sahici oyunları, birisi imam olur, diğerleri ise cemaat. Bir arkadaşları ölür, namazını kılarlar. Ve bizim sahte evciliklerimiz nasıl gerçek oluyorsa, onların namazları da gerçek olur. 

...

Pazartesi, Mart 4

Moralim Mevsim Normallerinin Altında!



Rüzgarın uğultusunda sigaralarımızı içiyorduk. Ağzımızı herhangi bir kesici alet açmıyordu. Sigarımızı çekerken çıkan ses rüzgarla amansız bir savaş veriyor, dumanımız rüzgarın peşinden koşuyordu içindeki nefreti kusmak için. Dayanamadım. "Moralimi sanayiye götürmem gerek" dedim. "Biliyorum" dedi. Böyle durumlarda, kimse neden diye sormak istemez. Bilinir ki, dertsiz başa, dert almak çoğu zaman mantıklı bir şey değildir. Sustum ve bir sigara daha yaktım. 3 saniyelik bu süre içerisinde, bütün olanlar Ferrari marka arabanın hızını hiçe sayarak beynimde makaslar atmaya başladı. Rüzgar hızını kesti. Elimi cebime attım ve arnavut kaldırımların üzerindeki kimsesiz taşları saymaya başladım. Aldığım her nefesin ömrümden çaldığını bildiğim halde, yeniden doğmanın hesaplarını yapıyordum, hesap makinesi kullanmadan. Kurduğum hayaller, gerçekliğe karşı çıkıyor, uçurtmalarım uçaklara kafa tutuyordu. Beklemeden, nefes almadan, tiryakiliğe, zamlara aldırmadan bi' sigara daha yakıyor, içimdeki yangınları söndürmeye çabalıyordum. Sular kirli, sular zehirli, sular berbat. Yangınları söndürüyor bu sefer bağırsaklarımdaki amiplerle mücadele ediyordum. Belki edemiyordum. Doktor oluyordum ve ilaç yazıyordum kendime, bağışıklık sistemime aldırmadan.

Döndüm sigara içtiğimiz yere, sonbaharın zulmüne boyun eğmiş, yapraklarını arnavut kaldırımları üzerindeki yalnız taşlara armağan eden ağacın yanına ve tekrar "Moralimi sanayiye götürmem gerek" dedim. Ve ilk defa duymuş gibi "Biliyorum" dedi.

...

Salı, Şubat 26

Uzatılan Son Dal ve Bilindik Son



"Biliyorum, fazla vaktim yok yaşamak için. Nefesim, senin elindeki oyuncak tabancanın elinde. Oyun tüm gerçekliğiyle devam ediyor. Sen polissin, ben suçlu. Kötüyüm ve teslim oluyorum. Petrol varillerimizi az önce, diğer adamlar geldi aldı. Evimizi dün ikindi vakti hediye olarak sunduk. Babam o sıra evdeydi, son vakit namazını kılıyordu ve sunduğunuz özgürlüğün tadını çıkardı. Abim futbola çok düşkündür. Sizin yollamış olduğunuz havan topuna gelişine vurduğu için bir bacağı yok. Sanırım sıra bana doğru hızla geliyor. Bu çiceği al. Elimde kalan tek şey bu. Belki çocuğuna babamın, abimin ve benim hikayemi anlatırsın. Sonra ona armağan edersin."

Pazartesi, Şubat 11

Hayata Bak!

Arnavut kaldırımları bile ilk yağmurda paçalarımıza tecavüz ederken şerefsizce, biz neyin peşindeyiz?!

Perşembe, Şubat 7

Krokimin Esrarı

 Duyuyor musun dışarıdaki sesleri? Kornaları, bağırışları. Aç pencereyi hemen. Duydun değil mi kornayla karışık "En büyük bizim asker" naralarını. İşte bunu diyorum. Eğer birgün kapına Doğan markalı arabalarla gelip "Benimle olur musun?" diye bağırırsam, sakın bana "evet" deme. Çünkü, büyük bir şevkle, yürekle, onurla, iştahla askere gidenler, ocağın ilk günü, küfürler edip, kaçmanın krokisini çizmeye başlıyorlar. En çok özlediği kişinin yanına, annesinin yanına.

....

Salı, Şubat 5

Ya Sen?


Akreple yelkovanın ölümüne savaştığı anlardan bir tanesiydi. Elimde şarjörü doldurulmamış eski bir silahla, nişan alıyordum. Gözlerimi kapatıp, ölümü haketmiş birini indiriyordum. Bazen gözünden vuruyordum, bazen de götünden. Kovboy edasıyla silahı işaret parmağımda döndürüp, belime yerleştiriyordum. Kahraman vasfını kendime sıfat olarak koyduğumda, hemen sigara yakıp poz veriyordum. Kimse anlamıyordu. Kurşunlar yağdıran, ocaklar söndüren gözlerim bu sefer dünyanın en iyi fotoğrafçısı oluyor, sanatsal onlarca fotoğraf çekiyordu. Deklanşörümün teklemeye başladığı anlarda yatağıma yatıp, silahım ve sanatım olan gözlerimin, kapama tuşuna basıp yatıyordum.

Dedem güne başlamanın en iyi yolu yüzü yıkamak değil, sigara yakmaktır derdi hep. Dedemden kalan tek nasihattı ve onun hakkını veriyordum. Aynı zamanda arkadaşına günaydın demenin en ateşli ve dumanlı yolunda emin paketlerle yola devam ediyordum.

Şehrin kalbine doğru giderken, kalp sıkışmalarım şiddetini arttırıyor ve nefesimde elektirik kesintileri oluyordu. Hemen bi' telefon kulübesine girip, suni tenefüse başlıyordum. Heyhat! bu kulübede, kaç insan annesinin nefesinin tükendiği, köpeğinin çalındığı, sevgilisi tarafından aldatıldığı haberini aldı kim bilir. Bilinmez ama tahmin edilir.

İnsanlar yapamadıkları şeyi merak eder ve hayaller kurar. Bazen tam anlamıyla yapamaz ve imitasyon yollara iter kendini. Bi' arabam olsa da efkarımı şu karşı dağın yamacında sigaramla yaşasam dediğim çok oldu. Ehliyetim olmadığı için, go-kart pistine gittim birgün. Kimsecikler yoktu. Motoru en sağlam arabayı istedim. "Eşin yok mu?" dedi bana. "Eşim olur musun?" dedim. Afalladı. "Rakibim ol" dedim. "Tamam" dedi. Başladık ve yenildim. İnmedim arabadan. En keskin viraja doğru hızla sürdüm. Bastım frene ve çektim kenara. Bi' sigara yaktım. Yanıma geldi. "Ne yapıyorsun" dedi. "Kaybettim ve efkarımı yaşıyorum arabamı süremediğim karşı dağın yamacına bakarak" dedim. "Ya sen?"

...

Çarşamba, Ocak 30

Her Zaman Olduğu Gibi


Az önce insanlığı tabuta koyduk
selası bile verilmeden
toprağın yüzü ekişidi
bana bunu neden yapıyorsunuz
der gibi
yeraltı kapattı ışıklarını
sessizliğe davet etti herşeyi
ağaç kökleri en acıklı
ağıtlarını yaktı,
yağmur gözyaşlarıyla
eşlik etti
ve biz verdiğimiz sözleri
ekmeğin arasına koyup
birer birer yedik
dürüstlüğümüzle beraber
her zaman olduğu gibi

...

Cuma, Ocak 25

Golün Adı: Darulaman


Aylardan Temmuz. Yer: Afganistan. Önceden güzelliğiyle bu kurak alanı şenlendiren, yıkık dökük, terkedilmiş Darulaman Sarayı şimdi elinde bastonla hayata tutunan yaşlı amcalara benziyor. 

Rivayetlere göre, Darulaman Sarayı bu hale gelmeden önce, mahalle maçları burada yapılırmış. Bu maçların ardından galip gelen takım, Afganistan Milli Takım kampına davet edilip, izlenirmiş. Yetenekli olanlar kampta kalmaya devam ederken, diğerleri Darulaman Sarayı'nın önüne gider yeni sezonun başlamasını beklermiş idman yaparak.

Amerika'nın 2001 yılında Afganistan'ı işgal etmesinden sonra hiç mahalle maçı oynanmadı.Çünkü Afganistan'da mahalle kalmadı. Amerika,oyunu hiçbir kurala uymadan oynadı. Hiçbir komite, "Hoop! Dur bakalım ahbap" demedi. 

Şimdilerde dünyanın belki de seyrini değiştirebilecek yıldızlar, rakip mahallenin oyuncularını mezarlarında anmakta. Toprağa dokunup ağlamakta. Vahşeti gerçekleştirenlere, beddualar savurmakta ve "zalimler için yaşasın cehennem" naraları atmakta.

...

Perşembe, Ocak 24

Düşünme, Düşersin

O çayının yarısına, ben kolamın sonuna gelmiştim. Birbirini kovalayan dakikaların ardından, o kudretli ağzından düşünme kelimesi fırlayıverdi. Düşünmeden kolamın sonunu getirdim bende. Ağzımı sildim ve bir sigara yaktım.

Her şey benden bağımsız hareket ediyordu. Herkes bayraklarını birbir dikiyordu hücrelerime. Ben sigarama devam ediyordum. O ise, birliklerini birbir çekiyordu bedenimden.

Çayını hala bitirmemişti. Yüzü gibi olmuştu çay. Buz gibi. Garson akbaba gibi dolanıyordu etrafımızda. Güven deposu taşmak üzereyken, bir çay daha kakalamak için geldi yanımıza. İstemedik.

Düşünmüyordum. Sigaramı küllüğe bastım. "Gidiyorum" dedim. Hiçbir şey demedi. Lügatında bana yer yoktu. Kalktım masadan hiçbir şey demeden. Beynimi sandalyeye bıraktım. Sağa döndüm ve yeni bir başlangıca start verdim. Her adımda beynim yeniden doğuyordu. İyi de oluyordu. Ve her zamanki şey oldu.  Midem beynimin temellerini atıyordu. İlk tuğlayı da döner yerken koyuyorduk, cebimizdeki sigaranın verdiği rahatlık duygusuyla.

...

Pazar, Ocak 13

Olmasak da Oluruz!

Gereksiz hayallerin kurulduğu bir gecenin ortasındaydık. Hayatta tek bir çivi bile çakamamışken, kurduğumuz medeniyetlerin haddi hesabı yoktu. Her çakmak sesinde birini öldürüp, birini yaşatıyorduk fütursuzca. İnsan hayallerle yaşar düşüncesinin ırzına geçmek üzereydik. Belki de yapmışızdır.

O gün, bir çok insanın hayatını kurtardık, nefes aldırdık, büyüttük, yaşattık, öldürdük. Cevapsız kalan tüm soruların üzerine, cevaplanamayacak bir çok soru ekledik. Çok fazla sigara içtik. Bunları yaparken, demiri döven ustanın sertliği ve kararlılığı vardı üzerimizde. Çelişkilerle çekişip durduk.

Cengiz, otobüs beklerken tanıştığı kızı anlattı uzun uzun. 3 dakikalık koca bir hayat kurmuştu. Sitem etti "dudaklarımı onurlandıran bu gece sizinle içtiğim sigara olmamalıydı" diye. Ve birbiri ardına gelen küfürler, restleşmeler ve durulmalar...

Kısacası, kendi hayatlarımızda bir bok olmayı becerememişken, başkalarının hayatlarında bir bok olmayı yine çok iyi becerdik.

Uyku gözlerini zehirlemeye başladıysa panzehir arama. Zevk al.

...

Perşembe, Ocak 10

Parasal Mide Aktiviteleri!


Atkımın yokluğunda 
yürürken ellerim ceplerimde
bozuk paralarımın sesi 
onurlandırdı parmak uçlarımı
midemin çığlıkları eşliğinde
depar attım Usain Bolt'a 
inat ekmekçiye
ve kimsenin sahip
olamayacağı 
hediyeyi verdim mideme 
iki somun ekmekle

...

Salı, Ocak 1

Kafamı Tamirciye Götürmem Gerek!

Rutin kelimesini hayatıma sokalı uzun zaman oldu. Sosyal yaşantım, bir sabah ansızın yatağımdan kalkıp gidiverdi. Üstelik yanağıma bir buse kondurmadan. Özlemiyor değilim. Kendimi Nikola Tesla kadar çaresiz hissediyorum. Beynim, İstanbul-Varşova hattında çalışan pilot gibi hep aynı güzergahta, aynı koordinatlarda gidip gelmekte.

Hayatın bu kötü günleri birbirni kovalarken, bir de yetmiyormuş gibi sigaraya zam geldi. Bi dalımız vardı, ona da sürekli balta vuruyorlar. Sigara öldürürmüş. Bu ülkede açlıktan ölenler var azizim. Biraz ilgi, alaka lazım. Neyse. Susuyorum küfürlerimi fişekleyip, birilerine fırlatmadan. Bi' sigara daha yakıyorum. Hatta gidip bi' paket daha alıyorum.


Eski günlerin anısına. Konya/2010