Cuma, Mart 29

Pardon Bi' Şarkın Daha Var Mı?


Duyuyor musun? Hiç söz yok ama, binlerce kelimeyi, cümleyi seriyor henüz kırmızıya boyanmamış halıya. Tek kelam etmeden bize binlerce şey anlatıyor. Biliyorum bizi kimse anlamıyor. Devrik cümlelerimiz mi bunun sebebi? Gizli özne olduğumuz içindir belki ne dersin? Bana bir sigara vermek ister misin peki? Markanın hiç önemi yok.

Bak şarkı başladı. Niagara Şelalesinin damlacıkları dans ediyor dehlizlere saplanmadan. Nil nehri taşmıyor tarlalara. Ekinler güneşin tadını çıkarıyor. Hasankeyf kahverengi kayıklara binmiş yüzüyor berrak suların öldürücülüğüne sitemle.  Kardelenler kompresör makinelerini utandırarak deliyor karı ve selam diyor. Gökyüzü kabul ediyor selamı. Hava kirliliğinden ölmemiş kuşların raksı neşelendiriyor nebatatı. Çakmağını da alabilir miyim?

Şarkı hızlandı. İstifalar çoğaldı. Masalar "Yeter artık" cümleleriyle dolmaya başladı. Olumsuz cümleler, hayallere pozitif anlamlarlar yükledi ve patronlar bunu anlamadı. Şaşırdın mı? Küllük burada yere dökmeyelim temizlikçilere ayıp olmasın.

Sololar nasıl da hayat veriyor değil mi? Yaşamak için paraya, yemeğe, suya ihtiyaç yok. Bak Afrika'da kıyıda köşede kalmış insanlar bizim nefret ettiğimiz, duymak istemediğimiz çalgılarıyla doyuyor. Maldivlerde deniz keyfi, Sibirya'da şafak seyri başlıyor. Perunun florası değişkenliğini gizlemiyor. Faunasında ötleğenler, armadillolar geziyor. Egzotik dansçılar geliyor yol verelim lütfen!

Şarkı bitti. Parmak uçlarımızda notanın kokusu. Bi' paket sigara alıp geliyorum. Biraz bekler misin?


Salı, Mart 26

Bana Biraz Boşverir misin?

Kalemimi alıp kapatıyorum gözlerimi, en karanlık sokaklara bir çizgi atıyorum. Adam asmaca oynadığımız boş müsvedde kağıdına adımlar atmaya başlıyorum. Bir anlık boşluğumuzda çalınan huzurumuz adına, annemin aldığı kokulu silgiyi çıkarıyorum kalem kutumdan. Sırasıyla başlıyorum tüm kötülükleri silmeye. Savaşı, köle ticaretini, adaletsizliği, yavşaklığı siliyorum. Siliyorum ama izleri kalıyor, çıkmıyor. Silgi kalitesiz diyorum ve kırtasiyeye gidip yeni bir silgi alıyorum. Kaldığım yerden devam ediyorum ama değişen bir şey olmuyor.

Samandıra'dan Diyarbakıra, Trabzon'dan İskoçya'ya, Meksika'ya kadar her yerde çocuklar ağlayarak inletiyor gökyüzünü. Kadınlara atılan her tokat, Hiroşima'ya atılan atom bombalarını andırıyor. Bitki yeşermiyor gözlerinde, meyve vermiyor. Yine umrumuzda olmuyor çünkü seralardan sunulan bol hormonlu duygular satın alınıyor.

Daha fazla uzatmıyorum ve vazgeçiyorum her şeyden. Kalemimi silgimi dolabıma kaldırıyorum. Kalemler görünmez yazıyor çünkü, silgiler görüneni silemiyor. Gözlerimi kapatıp evrene mesaj yolluyorum. "Bana biraz boşverir misin? Söz ödeyeceğim."

Cumartesi, Mart 9

Filistin'de ya da Afganistan'da Götün Var mı Çocuk Olmaya?


Her insan yaşamı boyunca yaptığı küçük ya da büyük çılgınlıkları, sohbet meclislerinde anlatmaktan büyük keyif duyar. Hepimiz yaparız bunu. İnce gülümsemelerle süsleyip gelen kahkalarla oturduğumuz yere güvenle yayılıp diğerlerinden gelecek çılgınca geçen günleri dinlemeye koyuluruz. Ya dersten atıldığımızı ya da babamızı uyutup yanağına sevgi dolu busemizi kondurmadan cebinden arabanın anahtarlarını çaldığımızı anlatırız. Ve yine güleriz. Marifetlerimiz bunlarla sınırlıdır çünkü.

Ama hiçbirimizin yaptığı, Filistin'de ya da Afganistan'da oyun oynamak için dışarı çıkan çocuklar kadar çılgınca olamaz. Buradaki çocukların hayatı çılgınca oynanan oyunlarla doludur. Bizler, babalarımızın gölgesinde oyun oynarken , Filistin'de ve Afganistan'da çocuklar uçakların gölgesinde oyunlarını oynar. Bizler, 8 taşı topumuzla devirip kaçarken, orada 8 minik beden devrilince kaçış başlar. Kaçış bitip evlerimizde rahatca nefes almaya başlarken, orada mezarlarda nefes alınmaya başlar. 

Savaş diyarındaki çocuklar evcilik oynamaz çünkü ev kavramı yoktur. Onların en sahici oyunları, birisi imam olur, diğerleri ise cemaat. Bir arkadaşları ölür, namazını kılarlar. Ve bizim sahte evciliklerimiz nasıl gerçek oluyorsa, onların namazları da gerçek olur. 

...

Pazartesi, Mart 4

Moralim Mevsim Normallerinin Altında!



Rüzgarın uğultusunda sigaralarımızı içiyorduk. Ağzımızı herhangi bir kesici alet açmıyordu. Sigarımızı çekerken çıkan ses rüzgarla amansız bir savaş veriyor, dumanımız rüzgarın peşinden koşuyordu içindeki nefreti kusmak için. Dayanamadım. "Moralimi sanayiye götürmem gerek" dedim. "Biliyorum" dedi. Böyle durumlarda, kimse neden diye sormak istemez. Bilinir ki, dertsiz başa, dert almak çoğu zaman mantıklı bir şey değildir. Sustum ve bir sigara daha yaktım. 3 saniyelik bu süre içerisinde, bütün olanlar Ferrari marka arabanın hızını hiçe sayarak beynimde makaslar atmaya başladı. Rüzgar hızını kesti. Elimi cebime attım ve arnavut kaldırımların üzerindeki kimsesiz taşları saymaya başladım. Aldığım her nefesin ömrümden çaldığını bildiğim halde, yeniden doğmanın hesaplarını yapıyordum, hesap makinesi kullanmadan. Kurduğum hayaller, gerçekliğe karşı çıkıyor, uçurtmalarım uçaklara kafa tutuyordu. Beklemeden, nefes almadan, tiryakiliğe, zamlara aldırmadan bi' sigara daha yakıyor, içimdeki yangınları söndürmeye çabalıyordum. Sular kirli, sular zehirli, sular berbat. Yangınları söndürüyor bu sefer bağırsaklarımdaki amiplerle mücadele ediyordum. Belki edemiyordum. Doktor oluyordum ve ilaç yazıyordum kendime, bağışıklık sistemime aldırmadan.

Döndüm sigara içtiğimiz yere, sonbaharın zulmüne boyun eğmiş, yapraklarını arnavut kaldırımları üzerindeki yalnız taşlara armağan eden ağacın yanına ve tekrar "Moralimi sanayiye götürmem gerek" dedim. Ve ilk defa duymuş gibi "Biliyorum" dedi.

...