Salı, Kasım 18

Racon


Kuyusu gözlerinse eğer bir damlacık suyun,
git gide tenleşiyorsa sıcağında avcunun,
pembeleşmiyorsa hala vicdanın ziyanıma,
boş yere rahmet olma çatlaklarına çölümün.
Ben hariç, yağmura ismin sayıklatmaz ölümün...
Deniz, tuzlu dudaklarıyla şehvet köpürse de,
gökle mavileşerek esseler de yokluğunu,
soğukluğuna sinmiş şu tatlı haytalığının
boynunda bir fahişenin dil izi olacağım,
nefesimi duman duman oradan soluyacağım...
Düşer gibi nostaljik bir İstanbul jargonundan,
göğsümde serinleyen galata esintisini,
serkeş fiyakama nezih bir meze farz edince,
ince abilerin dilince seveceğim seni,
üzeceğim, sevgi sokağında racon keseni...

Pazar, Kasım 16

Kurtuluş


                                                                                         Madam Beyrut'a, Kadıköy

Sigarayı bırakma hattını arayıp iki paket Camel sipariş ettiğinden beri, tehlikeli şiirler okuyup dünyaya sıkıntı vermek için planlar yapıyordu Andre. Morali bozuktu. Attı kendini dışarıya. Yeraltı edebiyatı tadında yaşıyordu hayatını. Yalanların/dolanların, taşanların, kaçanların raks ettiği sokakta yürümeye koyuldu. Omzuyla karşıdan gelen omuzlara küçük öpücükler atarak yürümeye devam etti.

Akrep ve yelkovanın düzenleyip gururla sunduğu hayatın tam ortasında, yani saat 12'de midesine yemeklerin merhaba demesi gerekirken, ciğerine merhaba dedi yaktığı sigarasıyla. Derin, öfkeli bir merhaba oldu bu. Sarsıldı. Devam etti yoluna, sigarasından kopan dumanları savurarak etrafa.

Çorbacının önüne geldi. Girmedi. Bir süre boyunca sigarasıyla çorba içen insanları seyretti. Mart ayının bilmediği bir gününde, bilmediği bir saatte çorba içtiği anı hatırladı. Gülümsedi. Sağa dönüp yürümeye devam etti.

Açılan kafelerin, restorantların karşısına dimdik duran, yumruklarını sıkmış ve her an adi düzenin adi işletmecileriyle kavga etmeye hazır geleneksel düşüncelerin şaha kalktığı meydan çaycısına geldi. Oturdu ve Türk usulü çay söyledi kendisine. Bir süre sonra geldi çayı. Kimse yoktu henüz. "Otur" dedi çayı getiren kişiye. "Oturayım" dedi çayı getiren kişi. "Bir mart gününün bilmem kaçıncı gününde, bilmem saat kaçı gösterirken çorba içmeye oturmuştum. Mercimek. Bilirsin mercimek en has çorbadır. Bana göre. Soğuk kış günlerinde bedene yorgan olur. Ayaklara patik." dedi Andre ve bir yudum aldı çayından. Çaycı bir sigara yaktı ve, "Çorba güzel şeydir. İnsanın içini ısıtır. Çorba güzel şeydir de, istediğimiz içimizi ısıtan başka şeyler olsun. Olur. Olmaz değil. Ama hep bir fazlası, hep bir fazlası. Böyle sürer gider bu devran, yıllar önce oluşturulmuş çarkta. Boşver" deyip sigaradan derin bir nefes aldı. "Kaybolursun, düşünme" dedi. "Var olur muyum?" dedi Andre çayını masaya bırakıp. "Yok olmazsın." dedi sigarasını söndürdü ve kalktı masadan çaycı.

Var olmakla yok olmak arasındaki ince çizginin ortasında kaldığının düşünen Andre masaya parayı bırakıp kalktı. Hiçte sarp olmayan kayalıklara geldi. Oturdu. "Bir gün kurtuluş var. Yaz bir kenara" dedi kendi kendine. Bir süre sadece martıların uçmasını izledi. Kalktı ve taksi çevirip evine doğru yola koyuldu. Camdan dışarıyı seyretti. Şerit şerit geçen karelerde, düşüncelerini takas edecek bir yer aradı kendine. Bulamadı. Evine girdi. Televizyonun karşısına geçti. Açmadı. Saatlerce sigara içti. Biraz da su.

Ertesi gün çantasını alıp dışarı çıktı. Otogara gelip, gitmediği bir yer belirleyip yola koyuldu. Terk etti şehri. Kendisini terk edemediği için, şehri terk etti. Bir seyyahın adımlarında terk etti şehri. Var olmak, yok olmak, ne varsa heybesinde terk etti yol kenarında bir satıcıyla her şeyini takas etmek ve "Bir gün kurtuluş var" demek için.


Salı, Kasım 11

Bana Bir Bomba Verin Lütfen!



Rafet, günün yorgunluğunu sırtındaki küfesinde biriktirip eve girdiğinde saat 17 sularında yelkenlerini açmış bilinmezliğe doğru gidiyordu. Kendisi de bilinmeyen bir denklemdeki x ve y gibi soru işaretleriyle doluydu. Küfesini nefretle bırakıp, yatağa doğru uzandı. Hayatın mı acımasızlığı, yatağın eskimişliği mi, midesinin açlıktan eylem yaptığından mıdır nedir bilinmez uyuyamadı. Sigara yakıp tavanı izlemeye başladı. Bir süre sonra ayağa kalktı ve camın kenarına gelip dışarıyı seyre koyuldu.  Ufuk çizgisini lime lime doğramış gökdelenlere baktı ve küfür etti. Sonrasında içinden "Bu gökdelenlerin yapımında kaç aşık işçi hüznünü sıva yaptı? Kaç işçi hayallerine beton döktü?" diye sordu kendine.  

Neden sonra evin üzerine yüklediği kasvete daha fazla dayanamayıp dışarı çıktı. Şehrin kalabalığında seyrek adımlarla yalnızlığa karıştı. Elleri cebinde uzun süre sokaklarda dolaştı. Kafasındaki düşüncelere kendini kaptırdığı sırada, av malzemeleri satan bir dükkânın önüne geldi. Bir süre vitrinde duran malzemelere baktı ve içeri girdi. 

-Merhaba
-Buyur
-Bana bir bomba verin lütfen.
-Anlamadım?
-Bana bir bomba verin lütfen. Çok değil yanlış yere yapılan bir durağı patlatacak kadar. Bana bir bomba verin ki, yanlış yerde yapılan durakta bekleyen insanlar, boşu boşuna hayal kurmasın, patlatayım orayı. Lütfen. Hemen yadırgamayın. Ben bir katil değilim. Devletin yanlış yerde beklettiği insanların hayallerini düşünecek kadar iyi niyetliyim. Devlete başkaldıracak biri değilim. Yani belki. Yani birazcık iste. Sadece yanlış yerde kurulan hayalleri kurtaracak kadar. Yani demek istediğim şu, o durağı patlatırsam hayaller hak edilen durakta doğar ve güzel bir devrim baslar. Bilmiyorum işte. Bana birazcık bomba verin. Haydi! 
-Ne diyorsun kardeşim? Ne durağı, ne bombası?  

dedi av malzemeleri satan kişi kaşlarını çatarak. Gülümsedi Rafet. "Neden gülüyorsun kardeşim. Hasta mısın nesin? Kafamı buluyorsun benimle!” dedi. "Bayım sakin olun. Sinirlenmeyin. Siz kaşlarınızı çatıp bana kızınca ‘Niye Çattın Kaşlarını’ türküsü geldi aklıma. Neşet Ertaş’ın türküsü bilir misiniz? Belki Neşet Ertaş doğru durakta beklediği için yazabildi o türküyü. Ben o yanlış yere yapılan durağı patlatsam, insanlar doğru durakta bekleseler ve hayallerini otobüse bindirseler, belki bir Neşet Ertaş daha ortaya çıkar. Sizce de olur mu? Bu sebepten ötürü güldüm. Şimdi lütfen bana bomba verin." dedi Rafet. Sinir katsayısı hızla yükselen satıcı "Kardeşim bana ne insanların hayallerinden, yazacakları türkülerden. Bomba filan yok bende. İşin gücün yok mu senin? Çık git dışarı" dedi. 

Rafet hiçbir şey demeden çıktı dışarı. Elini cebine götürüp sigarasını çıkardı. İki adım attıktan sonra eliyle siper edip yaktı. Gökdelenler gözüne ilişti. Zemin katından başlayıp, son katına kadar süzdü yavaşça. İçinden "Bu gökdelenlerin yapımına kaç aşık işçi hüznünü sıva yaptı? Kaç işçi beton döktü hayallerine?" diye tekrar sordu kendine.