Cuma, Kasım 6

Asım'ın Kurumsal Dertleri





"Ömrümün neredeyse tamamını bir baltaya sap olmak için çabalamakla geçirdim. Çocukluğumu hatırlamadığım için, hatırladığım noktayı ele aldığımda bir sap olduğumu hiçbir zaman da inkar etmedim. Ahlakçı toplum, baskıcı toplum, toplum... Attığım adımdan, giydiğim şorta kadar -ki bununla ilgili binlerce şey sayabilirim.- beni/bizi şekillendiren bir mekanizmanın içinde saçma sapan bir dişli olduğum gerçeğini bilerek yaşamanın ağırlığı başka neyde var ki? Ben Atlas kadar güçlü değilim. Omuzlarım, çok değil 1-2 saat çanta yüklediğimde bile isyan ediyor. Var sen düşün dünyayı, hacmini, kapladığı yeri, içini, dışını, derdini, sıkıntısını..." dedi Asım ve sözlerine;

"Bir Cuma namazı sonrası eve geçtim. Sigara yakıp camın kenarına oturdum. Radyo dinlemeyi çok severim. Geleneksel bir tavır değil benim ki. Baba yadigarı filan da değil. Yokluk. Tam anlamıyla yokluk. Varlığı tüm coğrafyayı kapsamış internetin, bendeki yokluğu. Fırsat olmadı, işten güçten bağlatamadım, zamanım olmadı gibi bahanelerim yok. Şu bedenim, fikrim, hissiyatım ekstra 70 lirayı verecek gücü yıllardır bulamadığı gibi şuanda da kendinde bulamıyor. Çok da üzerinde durulacak bir şey değil aslında. Radyo gerçekten güzel icat. Bir şeylerin yokluğu olunca, hayatını varlığıyla şereflendirmiş şeyi daha bir içselleştirip, sahipleniyorsun. Neyse radyoyu açtım. İbrahim Erkal çalıyordu. "Çare Gelmez" şarkısı. Çaresiz dinledim bende. Hem bu tarz şarkılar sigaraya anlam katıyor. İbrahim abi her "Çare gelmez ağlamaktan, ayrılır mı et tırnaktan..." dediğinde öyle bir çekiyordum ki sigarayı, bütün organlarım arabesk fırtınanın içinde kalmış, çaresizce boyun eğiyordu. Belki de hayatımdaki en güzel çaresizlikti bu. Evet, çaresizce sigara içmek." diye devam etti. Çayımız bitmişti. iki çay daha işaret edip devam etmesini istedim.

"Söylenecek gibi değil bir çok şey. 4 sene üniversite okudum. Yeri geldiğinde çalıştım, yersiz bir şekilde çoğu kez aç kaldım. Abim gibi, Cüneyt gibi, Mali gibi... Güzel zamanlardı. Derdimiz vardı elbette o zamanlarda. Dertsiz insan olur mu? Bence olmaz. Bu soruyu dünyanın neresinde sorarsan sor, olmaz derler. Olur diyenin derdi de, bir derdinin olmadığını zannetmesidir. Sadece o farkında değildir. Neyse o derdin bile güzel geldiği zamanları özlemek gülümsetiyor beni ansızın. 'Amaaan yemişim ya ölecez mi sanki?' deyip es geçiyorduk her şeyi. Şimdi az önce saydığım kişilerin ve benim çok daha kurumsal dertleri var. Para, pul, market, mont, ayakkabı, ulaşım, kira... Çoğu kişinin gülüp geçeceği şeyler işte. Biz de gülüp geçiyoruz. Ya da öyle zannediyoruz. Gülüyoruz ama geçmiyor. Umut fakirin ekmeği derler ya hani. Öyle değil işte. Biz zenginiz. Hiçbirimiz bir şeylerin iyi olmasını umut edecek kadar fakir değiliz. Olduğu şeyle yetinmeyip üstüne daha fazla şey katmak için çabalayıp didinen fakirlerin işidir umut. Ev, araba, yazlık, yat, kat falan filan işte. Allah herkese daha fazlasını nasip etsin ne deyim." dedi. Sonra bir süre susup belli belirsiz bakışlar atmaya başladı. Odaklandığı bir yer yoktu. Dertli olduğu belliydi. Cebinden küçük bir rakı çıkarıp içmeye başlasa "Sabahın köründe içilir mi be kardeşim" derdim. Öyle yani. Bir sigara uzattım. Eyvallah deyip yaktı. Anlamadığım şekilde başladığımız bu sohbette sormadığım tek bir şey vardı. Neden buradasın? Yaktım bir sigara ve "Neden buradasın? Kaç gündür bu hastanedesin? Abin, Mali, Cüneyt onlar nerede? Yahu sana ne oldu?" diye sordum. Belki de en başta sormam gereken şeyi en son sordum. Soruyu sorunca bana bakıp gülümsedi. Yarısına kadar içtiği sigarayı söndürüp;

"Hani demiştim ya sana namazdan çıktım, eve gittim, sigara yaktım, radyoyu açtım filan. Hah işte tam şarkı değişti ki kapı çaldı. Gelen ev sahibemdi. 'Oğlum, kiraya 100 lira zam yaptım. Önümüzdeki aydan itibaren zamlı şekilde ödemeyi yaparsın. Hadi bakam. Allah'a emanet' deyip gitti. Bir solukta konuştu ve ben ağzımı oynatamadım. Zaten sözleşme var, yasa var, kafana göre zam yapamazsın desem ne değişecekti? Anlamaz ki. Girdim içeriye. Düşündüm bir süre. Kafam çıkmaz sokaklarla doluydu. 'Ulan hayat bu mu be! Ulan yazık be!' diyip dışarı çıktım. Çay ocağına oturdum. Bir çay istedim ve hiçbir şey düşünmemeye yemin etmişcesine sigara yaktım. Bu sırada yan masadakiler kendince dertlerinden bahsediyordu. Dayanılmaz bir hal almıştı onların dertlerine kulak misafiri olmak. Yok döviz, yok petrol, yok benzin, yok şu, yok bu. Dayanamadım. Çayı fondipleyip yanlarına gittim. 'Beyler çıkarsa 3. dünya savaşı sizin döviz kurlarınızdan, petrollerinizden değil, benim ödeyemeyeceğim kiradan çıkar!' deyip masalarına tekme attım. Bir temiz dövdüler beni. Yani çok güzel dövdüler. 2 gün yoğun bakımda kaldım. Yavaş yavaş düzeliyorum. Abim, Cüneyt, Mali ise kurumsal dertleriyle boğuşuyor. Fırsat buldukça da yanıma geliyorlar." deyip uzunca güldü. Bana neden burada olduğumu hiç sormadı. Bende söylemedim. "Geçmiş olsun, kendine dikkat et" dedim. Şemsiyemi alıp yanından ayrıldım.

....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder