penceresinden bakıp sırıttığımı görürseniz eğer sarı çizgiyi geçip güneşe doğru sürerken mavi vosvosumu bilin ki tutsağı olacağım çılgın bir yaşamın!
Çarşamba, Ağustos 26
Aristo da Zamanı Anlatan Şeyler Yazmıştı
Her şey çoktan değişmişti. Yaşadığımız dünya, zaman dilimi, yaptığımız makarna, mutfaktaki bulaşıklar, kullandığımız para birimi... Gözümüzü açıp kapadığımız dünyadaki her şey bir bir değişirken, "Zamanın eli değdi bize, aynı değiliz" dedi. O an notaların seyrini değiştiren şarkının ritmi, delinmiş ozon tabakasından önce yeryüzüne indi; sonra da vücudumun bütün gözeneklerinde birden çalmaya başladı. "Bu dünyanın merkezine yerleşmiş, adım atan, nefes alan, işe giden, marketten tütün alan, dolmuşa binen, şiir yazan, kitap okuyan, anlatan, kaç kişi aynı? Parmak izlerinin dahi birbirinin aynısı olmayan milyarlarca farklı insan varken, nasıl oldu da aynı olmayı bekledik?" diye serzenişte bulundum sipariş ettiğim yemeğin tüten dumanına. Garson istediğim içeceği getirdikten sonra az önceki serzenişlerimi büyük bir sabırla dinleyen yemeğin kalbine bıçağı soktum ve yemeye başladım.
Yemeğimi bitirdim ve arkama yaslandım. Bittiğini zannettiğim birçok şey gibi, yemeğin de bittiğini zannediyordum. Aslında bitti deyipte bitmeyen bir çok şey gibi yemekte bitmeyerek kanıma karıştı. Küçük serzenişlerimle tatlandırdığım yemek gözlerimi yumacağım son ana dek benim bir parçam olarak vücudumdaki yerini aldı.
Tütünümü yaktım ve Moda sahile doğru yola koyuldum. Zaman, elinin değdiği bir başka zaman, zamanın değdiği eller, güneyden gelen esmer rüzgar, dünyanın seyrini değiştiren arkeolojik bulgular, dumanıyla savrulan hayaller ve daha bir sürü şey. Ne çok şey var düşünülmesi gereken.
Vazgeçtim Moda Sahile gitmekten. Taburelerinde devletlerin yıkılıp kurulduğu, medeniyetlerin inşa edildiği, ayrılıkların yaşandığı ve sevdaların dile geldiği İbrahim Abi'nin mekanına oturdum. Bir çay istedim. Demiştim ya "şarkı yeryüzüne indi" diye aynen öyle işte. İbrahim Abi dahil, mekanda oturanların, yoldan geçenlerin, yoldan geçmeyenlerin, kırmızı ışıkta bekleyen arabaların, kısacası yaşam belirtisi gösteren her canlının bu arabesk fırtınanın mağduru olduğu belliydi. İnsanlar melodik bir esinti bekliyormuş demek ki içinde besleyip büyüttüğü acısını yüz hatlarının yorgun kıvrımlarında inşa etmek için. Yarsına geldiğim çayı bir yudumda mideye indirdim. Ayağa kalktım gözümün ulaştığı her beşere küçük küçük bakıp "Be hey yüzleri yerleri süpüren dert manyakları bana bakın! Sözüme kulak verin!" diye bağırdım. Bu yaptığım hareketi sorgulama vakti bulacak sürem dahi yoktu. Bir şeyler demem gerekiyordu. İbrahim Abi bile elindeki çayı isteyen kişiye vermemiş bana bakıyordu. Bir sigara yakma kararı aldım. Derin bir nefes alıp "Duydum ki zamanın eli değmiş bize! Her şey de çoktan değişmiş ve ikimiz de aynı değilmişiz! Siz ikiniz de öyle, sen de öyle! İbrahim Abi sen bile! Zaaflarımıza bir gece, hatalarımıza nilüfer verilmiş! Ve yine duydum ki bunlar geri isteniyormuş! Hanginiz vereceksiniz? Sevgisizliğinize verilmiş kalbi hanginiz vereceksiniz? Sizin kalpleriniz yerinde mi duruyor? Her şeyi alan biz mi olduk? Duygularımız, kalbimiz, ruhunuz nerede? Şayet bu saydıklarım bizim elimizdeyse göz altlarımıza mor rengi kim sürdü? Hepimiz mi makyaj yapıyoruz? Bu kırışık suratların sebebi ne o zaman? Arkadaşlar hiçbirimizin mi yok botoks yaptıracak parası? Cevap verin hemen bana!" diye bağırdım ve oturdum yerime. İbrahim Abi çayı bekleyen kişiye götürdü. Yan masadaki kadın sigara yaktı. Kedi kalkıp gitti. Hayat yine devam etti yüzlerin şekilleri bozulmadan. Bende hesabı isteyip kalktım masadan. Ne yapsaydım başka?
...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder